“ORTA GELİR TUZAĞI’NDAN KURTULABİLMEK İÇİN DÖRT İSTANBUL’A DAHA İHTİYACIMIZ VAR”

 seda gök-orhan turan

 

TÜRKONFED(Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu)Yönetim Kurulu Başkanı Orhan Turan, finans ve reel sektörün sıkıntılarına yönelik bir tedbir paketinin açıklanmasının önemli olduğunu söylüyor. Turan, bu doğrultuda önümüzdeki günlerde finans ve reel sektörün mali sıkıntılarını yeniden yapılandırma yolunda ortaya konacak eylem planının ‘Önce Küçüğü Düşün’ ilkesi çerçevesinde ele alınmasının, yeni bir yaklaşım sunan Yeni Ekonomi Programı’nın ruhuna da uygun olacağına inandıklarını belirtiyor. Turan’dan 2018 yılı Türkiye ekonomisini ve önümüzdeki döneme ilişkin öngörülerini dinledik. 

29 federasyon, 235 dernek ve 40 bini aşkın şirketi temsilen bugün sizinle sohbet ediyoruz. Bu yılın genel bir muhasebesini yapmanızı istesem, nasıl yorumlarsınız?

Ülkemiz her alanda, zor ve çetin bir dönemden geçiyor. Elbette bu süreci, dünyadaki gelişmelerden soyutlamak mümkün değil. Gelişmekte olan ülkelerden, para çıkışıyla birlikte, artık sıcak para dönemi sona erdi. Ülkelere yatırım çekmek için, tek başına ekonomik göstergeler yetmiyor. Uluslararası yatırımcılar aynı zamanda; Yüksek demokrasi standartları, Hukukun üstünlüğü, fikir ve ifade özgürlüğü gibi evrensel değerlere de bakıyor. Ekonomi ile demokrasi arasında dolaylı değil, doğrudan bir ilişkinin olduğunu unutmamalıyız. Reformlarla, demokrasimizi ve ekonomimizi güçlendirerek, yaşanan belirsizlikleri azaltabiliriz.

Yılın ilk çeyreğinde potansiyelinin üstünde büyüyen bir performans sergileyen ülkemizin ikinci çeyrekle birlikte büyümesinin yavaşlayacağını görüyoruz. Geçtiğimiz hafta açıklanan Yeni Ekonomi Programı (YEP) da bu durumu teyit ediyor. Gerek enflasyon gerek işsizlik gerek faiz ve cari açık ile ilgili ekonomimizin dengelenme sürecine gireceğini aktaran YEP’e göre 2018’i yüzde 3-3.5 bandında kapatacağımız görülüyor. Bu durum elbette her yıl en az yüzde 5 büyümek zorunda olan bir ülke için sıkıntılı bir dönemin geldiğini gösteriyor. Bu durumda elbette iş dünyası olarak geçmişte olduğu gibi gelecekte de yatırımlarımıza devam edeceğiz. Ancak büyük işletmelerimizin nakit akışında elleri, küçük ve orta ölçekli işletmelerimize göre daha avantajlı. YEP’in piyasa beklentilerinin anlaşıldığının karar vericiler tarafından da kabul edildiği bir yeni yaklaşım içerdiğini söylemek mümkün. İzleme ve hesap verme mekanizması ile şeffaflık noktasında yeni bir bakış açısı yarattığını da söyleyebiliriz. Programın enflasyon, kamu maliyesi, cari açık, büyüme, istihdam, bankacılık ve reel sektör kredileri ile makroekonomik hedeflerde olumlu sonuçlar sağlaması iş dünyası olarak en büyük temennimiz. Merkez Bankası faizlerinin piyasa faizleriyle eşitlenmesinin ardından, mali piyasalarda istikrar ve güvenin yeniden tesis edilmesi programın başarısı için temel unsur olacaktır.

Bunun yanında finans ve reel sektörün sıkıntılarına yönelik olarak bir tedbir paketinin de açıklanmasının önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu doğrultuda önümüzdeki günlerde finans ve reel sektörün mali sıkıntılarını yeniden yapılandırma yolunda ortaya konacak eylem planının ‘Önce Küçüğü Düşün’ ilkesi çerçevesinde ele alınmasının, yeni bir yaklaşım sunan programın ruhuna da uygun olacağına inanıyoruz. Geçtiğimiz günlerde kamuoyuyla paylaştığımız, KOBİ’lerin finansal dalgalanmaların arttığı dönemde, nakit sıkışıklığına çözüm getirecek önerilerimizi tekrar hatırlatmakta fayda görüyoruz. Alacak sigortasının uygulamaya geçirilmesi; Geç ödemeler direktifinin AB’deki gibi 30 güne indirilmesi; Kanunun kapsamına, özel sektör dışında belediye ve kamu kurumlarının da dahil edilmesi; Kanunun pratikte işleyişini sağlayacak hukuki anlayışın geliştirilmesi ve kurumsal altyapının kurulması gerekiyor. Programın, tüm bu uygulamaları da kapsayarak, KOBİ’lerin finansal yapılarını güçlendireceğini ve piyasada güven ortamını artırarak, risk primi ile finansal dalgalanmaların boyutunu azaltacağını düşünüyoruz.

Son 3 yılda 9 farklı rapor hazırladınız. Bu raporlardan çıkan öncelikli başlıklar ve sizin üyeleriniz için odaklanacağınız noktalar neler oldu?

TÜRKONFED, başta üyelerinin ve KOBİ’lerin olmak üzere ülke ekonomisinin sorunlarını dert edinen, çözümler üreten iş insanlarının bağımsız ve gönüllülük ilkesiyle buluştuğu bir sivil toplum kuruluşu. Politika savunuları dediğimiz raporlarımızı hep bu ilke doğrultusunda bilimsel bir içerikle ve sahadan topladığımız verilerle hazırlıyoruz. Dolayısıyla Anadolu’daki KOBİ’lerin sorunlarından, sektör ve bölgelerimizin ev ülke ekonomisinin son durumuna dair de analizler ile çözümleri içeriyor. TÜRKONFED politika savunularında ülkemizin 3 temel tuzaktan kurtulmasını odağına alıyor. Orta Gelir, Orta Demokrasi ve Orta Eğitim tuzakları çerçevesinde bölgesel kalkınmadan dijital dönüşüme, KOBİ’lerimizin finansmana erişiminden eğitim ve girişimciliğe, kadınların iş hayatına katılımından sosyal sorumluluk alanına kadar pek çok konuda artı değer yaratma hedefiyle çalışıyoruz.

Son yayımladığımız “Türkiye’nin İkilemi: Orta Gelir & Orta Demokrasi Tuzakları” raporumuzda, Türkiye’nin, ekonomik büyüme ve sürdürülebilir GSYH artışı sağlayarak Orta Gelir Tuzağı’ndan kurtulabilmesinin, Orta Demokrasi Tuzağı’ndan çıkmasına bağlı olduğunu söylüyoruz. Demokrasi ve ekonomi arasında dolaylı değil doğrudan bir ilişkinin olduğunu ve neler yapılması gerektiğine dair de politika önerilerimizi aktarıyoruz. Tüm çalışmalarımızda sorunun değil, çözümün tarafı olduğumuzu bilimsel yayınlarımızda da gösteriyoruz.

Sektörel Dernekler Federasyonu (SEDEFED) ile dünyada ve Türkiye’de dijital dönüşümü ele aldığımız Dijital Anadolu 1: Dönüşüm için Yeni Dünya Kuralları ve Çözümler raporunu yayımladık. KOBİ’lerimizin dijitalleşme yolculuğuna rehberlik edecek bir çalışma. Günümüzde artık teknoloji her alanda hayatımızı değiştirirken, KOBİ’lerimizin ve üyelerimizin de bu dönüşüme doğru hazırlanmaları en önemli amacımız.

Ülkemizin küresel rekabet gücü artışında kentlerimizin rekabetçilikte hangi noktada olduğunu tespit ettiğimiz Türkiye İçin Bir Rekabet Endeksi raporumuz ile 81 ilin karşılaştırmalı olarak rekabetçiliğini farklı başlıklar altında ele aldık. Böylece kentlerimizin rekabetçiliğinde hangi alanlarda kendilerini geliştirmeleri gerektiği, nelere odaklanılmasının önemli olduğu Rekabetçilik Endeksi çalışmasıyla ortaya kondu. Bölgesel ve yerel kalkınma odaklı hazırladığımız Kent-Bölge; Türkiye’nin Kentlerinden, Kentlerin Türkiyesi’ne” raporumuz kentlerimizin yerel dinamiklerini, potansiyellerini ve eksiklerinin görülmesini sağladı.

İş Dünyasında Kadın: Sorunlar, Çözümler ve Öneriler raporumuzda sosyal güvenlik, kayıt dışı istihdam, vergi ve yerel yönetimlere yönelik yapılandırma önerileri ile kadınların iş ve sosyal yaşama aktif katılımları için geliştirdiğimiz politika önerilerimiz yer aldı. Bu raporumuz aynı zamanda 2007 ve 2014 yılında yayımladığımı İş Dünyasında Kadın raporlarımızdan sonra ülkemizde bu konuda nasıl bir değişimin yaşandığını da tespit etmesi açısından önemli bir çalışmadır.

Önümüzdeki günlerde yeni bir raporu kamuoyu ile paylaşmayı düşünüyor musunuz?

Yakın zamanda Dijital Anadolu 2 raporumuzu yayınlayacağız. İş Bankası işbirliğiyle yürüttüğümüz Dijital Anadolu Projesi’nin 3. Fazını oluşturan raporumuzu yine SEDEFED’in katkılarıyla hazırlıyoruz. İlk raporda ülkemiz ve dünyada genel bir dijital dönüşüm fotoğrafı çekmiştik. Bu raporumuzda tarım, tekstil ve otomotiv sektörlerinde dijitalleşmeye odaklandı. Aralık ayında Adana’da düzenleyeceğimiz Dijital Anadolu Projesi’nin kapanış toplantısında kamuoyuyla paylaşacağız. Aynı zamanda Kent-Bölge raporumuzdan yola çıkarak 5 özel kentimize odaklanıp, derinlemesine saha çalışmalarıyla KOBİ’lerimizle görüşerek hazırlayacağımız bir devam raporu hazırlığını da sürdürüyoruz. 

TÜRKONFED olarak Avrupa Esnaf Sanatkâr ve KOBİ Birliği’ne de üyesiniz. Türkiye’nin buradaki yerini ve hedeflerinizi anlatır mısınız?

TÜRKONFED’in yapısı, örgütlenme felsefesi; özellikle şirketler, dernekler federasyonlar ve konfederasyon çatısı altında bir araya gelmesi, AB’nin de sivil toplum kuruluşları için benimsediği bir model. Aynı zamanda bağımsız ve gönüllülük esasıyla tüm ülkeyi kapsayan bir çatı örgüt olması, Brüksel’de Avrupa Esnaf Sanatkârlar ve KOBİ Birliği’ne üye olmamızı sağladı. Türkiye’den sadece TÜRKONFED’in üye olduğu, 12 milyon firma ve 55 milyon çalışanı temsil eden UEAPME nezdinde, özellikle KOBİ’leri ilgilendiren AB kararlarına doğrudan ve dolaylı etki etme, gelişmelerden haberdar olan ve üyelerimizi bilgilendirme noktasında önemli bir temsiliyet gücü sağladı. Her yıl Brüksel’de UEAPME toplantılarına katılarak Avrupalı KOBİ’ler ile Türk KOBİ’leri arasında bir network oluşmasını sağlıyoruz.

Türkiye en büyük sorun olarak cari açık diyor. Ancak bir o kadar büyük sorun da genç işsizlik… Bir tarafta kalifiye personel arayan iş adamı, bir tarafta iş arayan ama aradığı kriterleri bulamayan işsiz ordusu… Bu konuda Türkiye’deki süreci nasıl değerlendirirsiniz?

Bugün yaşadığımız cari açık sorununun kökeninde aslında yurt dışı finansman kaynaklı inşaat, altyapı ve enerji yatırımlarına dayalı bir büyüme modeli yatıyor. Günümüzde, küresel ölçekte finansal belirsizliklerin artış göstermesine paralel olarak, enerji ve altyapı yatırımlarının dış finansmanı da daha maliyetli hale geldi. Bu durum, yatırımlarının kârlılığını ve istihdam kapasitesini de olumsuz etkiliyor. TÜRKONFED olarak KOBİ’lerin merkezde olduğu bir şekilde, yurt dışı finansman ağırlıklı büyüme modelinden, yüksek katma değerli sanayi üretimi ekonomisine geçilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ülkemizin nitelikli insan kaynağı altyapısını geliştirmemiz, her şeyden önemlisi ana sermayemiz olan insana yatırım yapmamız gerekiyor. Ülkemizde bugün işsizlik rakamlarını ikiye katlayan genç işsizlik sorunumuz var. Gençliğin potansiyelini doğru ve etkin kullanmamız önemli. Bu konuda mesleki eğitim başta olmak üzere teknik yeterlilik kursları ve programları ile sektörün aradığı nitelikli insan kaynağı gücünü yaratmak mümkün. Genç girişimcilerimizin kendilerini ifade edecekleri platformları yaratmak için STEM projesini iki yıldır sürdürüyoruz. Özellikle liseli genç girişimcilerimizin hayalleri, fikirleri ve yaratıcılıklarını ortaya çıkarmaları için başlattığımız projemizi İstanbul, Ankara, İzmir, Diyarbakır ve Eskişehir’de gerçekleştirdik. Bu ve benzeri projelerin artması, bilimsel bir eğitimle; düşünen, sorgulayan girişimci gençlerimizin ortaya çıkması için çalışıyoruz.

 

Büyüme modelinin gözden geçirilmesi konusunu biraz daha açabilir miyiz? Türkiye’nin ekonomide yazacağı yeni hikâyede öncelikli aktörler neler olmalı?

Ekonomimizin yüzde 95’ini aile şirketleri ve KOBİ’lerimiz oluşturuyor. Yani KOBİ’lerin ekonomimizin lokomotifi KOBİ’lerimiz. Dolayısıyla ekonomi politikalarının temelinde KOBİ’lerimizin olması gerekiyor. KOBİ’lerimizin kapasitelerini geliştirmemiz, özellikle sanayimizin dijital dönüşümünü sağlamamız önemli. Büyüme odaklı özellikle tüketim kaynaklı bir model ile bugüne geldik. Bundan sonra yeni bir hikâye yazılacaksa bunun kalkınma odaklı bir ekonomik model ile birlikte ortaya çıkacağını düşünüyoruz. Bunun yolu da yüksek teknoloji kullanımı ile yüksek katma değer yaratacak bir ihracat stratejisini uygulamaktan geçiyor. Kalkınma odaklı bir ekonomik model için ise tüm tarafların sürece dahil edileceği bir mekanizmanın kurulmasında yarar görüyoruz. İş dünyası, sivil toplum kuruluşları, akademi dünyası, kamu kurum ve kuruluşları ile katılımcı ve kapsayıcı bir yaklaşımla tüm tarafları bir araya getirmek, işin başında önemli bir motivasyon yaratacaktır.

Türkiye siyasi ve dünya konjonktüründe yaşanan gelişmeler nedeniyle maalesef hala ekonomiyi konuşamadı. Rotanın tamamen ekonomiye dönmesi için yapılması gerekenler neler?

Dünya büyük bir değişim ve dönüşümün sancılarını yaşarken; ülkemiz de her alanda, zor ve çetin bir dönemden geçiyor. Elbette bu süreci, dünyadaki gelişmelerden soyutlamak mümkün değil. Özellikle son 5 yılda seçimlere endekslenen, dolayısıyla siyasetin ana gündemi oluşturduğu bir süreç yaşıyoruz. Bu dönemde TÜRKONFED olarak topyekûn ekonomiye odaklanmamız gerektiğini her platformda tekrar ediyoruz. Ancak tek başına yaşadığımız sıkıntıların sadece ekonomik tedbirlerle çözülmesi de hayli zor görünüyor. Ekonomi ve demokrasi arasında dolaylı değil doğrudan bir ilişki söz konusu. Uluslararası yatırımcılar aynı zamanda; Yüksek demokrasi standartları, Hukukun üstünlüğü, fikir ve ifade özgürlüğü gibi evrensel değerlere de bakıyor. Ekonomi ile demokrasi arasında dolaylı değil, doğrudan bir ilişkinin olduğunu unutmamalıyız. Reformlarla, demokrasimizi ve ekonomimizi güçlendirerek, yaşanan belirsizlikleri azaltabiliriz. Türkiye’nin 2002-2008 arasındaki reform odaklı ekonomi gündemine dönmesi gerekiyor. YEP ile ortaya konmak istenen ana felsefenin de bu olduğunu düşünüyoruz. Politika yapıcıların daha fazla ekonomiden, istihdamdan, yüksek katma değerli üretimden, markalaşmadan, KOBİ’lerimizin dijital yetkinliklerinin ve kapasitelerinin geliştirilmesinden, girişimcilikten, nitelikli insan kaynağımızı zenginleştirecek yeni bir eğitim sisteminden bahsetmesi gerekiyor. Hangi konuyu daha fazla tartışır, konuşursak o konu ana odak olarak algımızda da farklı bir şekilde yer ediyor.

Güvenli limanı inşa ederken ekonomi kadar demokrasi, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, ifade ve basın özgürlüğü de kalkınma dinamiklerini geliştiren, tetikleyen güçler… Türkiye bu başlıklarda şu anda nasıl bir karneye sahip? Neler yapılmalı?

TÜRKONFED olarak kurulduğumuz günden bugüne geçen 14 yılda hep aynı şeyi söyledik. İktisadi gelişmeleri demokrasiden bağımsız ele alamayız. Gelişmiş bir ekonomi istiyorsak, gelişmiş bir demokrasi kültürüne ihtiyacımız var. Artık dünya eski dünya değil ve tek başına ekonomik göstergeler gelişmişlik düzeyi ve kalkınma için istenen sonucu vermiyor. Hukuku üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, kişi hak ve özgürlüklerine saygılı, katılımcı ve çoğulcu bir demokrasi anlayışının önceliklerimiz arasında ilk sırada yer alması çok ama çok önemli. Bugün uluslararası yatırımcıların ülkemize bakışı, içeriden bizim gördüğümüzden çok farklı. Bu noktada güvenlik demokrasi ve ekonomi demokrasi arasındaki ilişkinin doğru kurgulanması ve yeni bir hikâye yaratılacaksa bu alanlarda yapılacak reformlarla desteklenmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu noktada AB çıpasının sadece ekonomik gelişmişlik açısında değil demokrasi kültürü açısından da çok önemli olduğunu söyleyebilirim. AB’ye tam üyelik hedefinin getirdiği şartları, başkaları istediği için değil kendi vatandaşlarımızın refahı, huzuru ve mutluluğu için istememiz gerekiyor. 2002-2008 yılları arasında demokratik ve ekonomik reformlarla yakaladığımız atmosferin, içinden geçtiğimiz bu dönemlerde ne kadar değerli olduğunu tekrar hatırlamakta yarar var. Öncelikle yeni, sivil ve özgürlükçü bir anayasanın toplumun tüm kesimlerinin katılımıyla ortak akıl ve ortak vizyon ile hazırlanması noktasında iş dünyası olarak her türlü desteği vereceğimizi de ifade etmek isterim.

Orta Gelir ve Orta Demokrasi tuzağına düşmemek için yapmamız gerekenler sizce neler?

Ülkedeki bireylerin refah göstergesi olarak kabul edilen kişi başına gelir, sadece ekonomik parametrelerin bir ürünü değil; ülkenin sosyal, siyasi yapısının nasıl oluşturulduğu, beşerî ve doğal sermayesinin nasıl kullanıldığının sonucudur. Yargının ve kurumların bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü, siyasi kültürün kapsayıcılığı, kurumsal yönetişim kalitesi, eğitimin niceliksel ve niteliksel kalitesi, işgücünün verimliliği, kadın ve gençler için fırsat eşitliği, toplumun tüm kesimleri için gelir adaleti, ülkemiz ekosisteminin gelecek nesilleri gözetecek şekilde bütünlüğünün korunması, teknolojik gelişimin ülkemizin ihtiyaçları doğrultusunda önceliklendirilmesi gibi konular, ülkenin geliri üzerinde doğrudan etki etmektedirler. Bu konularda net hedeflerin konması, dış finansman kaynaklarına bağımlı bir büyüme modelinden, üretim ve kalkınma odaklı bir ekonomik modele geçişi sağlayacak; bu durumda Türkiye’yi orta gelir seviyesinden daha yüksek refah düzeylerine çıkaracaktır.

Türkiye “Orta Gelir Tuzağı”ndan kurtulabilmek için özellikle sanayi sektöründe AB ile entegrasyona devam etmek, tarım sektöründe ise Gümrük Birliği’nin yeniden müzakeresi sürecinde ciddi bir reform yaparak dışa açılmak zorunluluğundadır. Bu denklemin sağlıklı olarak hem ekonomiyi hem demokrasiyi sürdürülebilir bir şekilde ilerletecek şekilde kurulması, hukukun üstünlüğünü, şeffaflık ve hesapverirliği en üst seviyede gerçekleştiren demokratik ve kapsayıcı yaklaşımlarla, Türkiye’nin önüne koyduğu hedefleri başarması, “Orta Demokrasi” ve “Orta Gelir” tuzakları’nı aşacak politikaları uygulamaya koymasını zorunlu kılmaktadır.

Bu da her alanda hukukun üstünlüğünü sağlamasını, tüm paydaşları karar alma süreçlerine dâhil ederek siyasi partiler, yerel yönetimler ile meslek kuruluşları da dâhil olmak üzere tüm kurumlarını güçlendirmesini ve böylelikle demokrasinin sorunlarını çözmesini gerektirmektedir. Türkiye’nin sivil, demokratik ve birlikte yaşama kültürünü güçlendirmeye; hukukun üstünlüğünü, şeffaflık ve hesapverirliği siyasi partilere, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına, yürütmeye ve tüm kamusal faaliyetlere hâkim kılmaya ve bunu sağlayarak güvence altına alacak yeni bir anayasaya ihtiyacı bulunmaktadır. Türkiye’yi gelişmiş demokrasi haline getirmek, yeni bir anayasa yapım sürecinin, toplumun tüm kesimlerini ve renklerini kapsamasıyla başarıya ulaşabilir.

Türkiye’deki işletmelerin temelini KOBİ’ler oluşturuyor. Parasal sıkılaştırma dahil, her türlü kemer sıkma politikası bu işletmelerde ciddi hasarlara sebebiyet veriyor. Sizin üye profilinize baktığımızda da en çok hangi başlıklar eleştiri olarak geliyor? Üyeleriniz ne çok hangi talepler ile size iletiyor?

Yaşanan sorunlar içinde öne en çok finansman sorunu çıkıyor ki, bununla ilgili olarak az önce de özetlediğim politika önerilerimizi “Önce Küçüğü Düşün” ilkesi çerçevesinde kamuoyuna ve politika yapıcılara iletiyoruz. Türkiye’de KOBİ’lerin geleceğin büyük firmaları olmalarının önündeki en büyük engel işi kaybetmemek adına alacaklarını zamanında alamamalarına itiraz edememeleri. Türk Ticaret Kanunu’nun 1530. Maddesi AB’nin Geç Ödeme Direktifi ile benzer bir mantıkla çıkarılmış ve işletmelerin alacakları konusunda adım atılmış. Ancak kanunun çıkış ve uygulama aşamasındaki bazı aksaklık ve eksiklikler var. Ticari alacak sigortası ile ödeme sürelerine ilişkin “Önce Küçüğü Düşün” ilkesi çerçevesinde önlemler alınmasını önemsiyoruz.

Teknoloji üretimi konusunda o kadar teşvik ve destek programlarına rağmen hala olması gereken noktada değiliz. Türkiye bu konuda nerede tıkanıyor? Bu konuda sizce nasıl bir yol haritası uygulanmalı?

Ülkemizin kalkınma odaklı bir ekonomik modele geçmesi, yüksek katma değerli üretim ve ihracat gücünün artması için yüksek teknoloji kullanımını artırmalıyız. Bugün, şirketlerimiz ve ilgili sektörlerimizde, teknoloji kullanımına baktığımızda sadece yüzde 0. 3’ünün yüksek teknolojili üretim yaptığını görüyoruz. Ağırlıklı olarak, orta ve düşük teknoloji ile üretim gerçekleştiriyoruz. Geçmiş iktisadi devrimleri geriden takip eden ülkemiz, belki de ilk defa küresel rekabette, rakipleriyle aynı seviyeyi yakalama şansına sahip. Sanayimizin dijital dönüşümünü gerçekleştirip, KOBİ’lerimizin kapasitelerini artırıp, yüksek teknolojiyle yüksek katma değerli üretimi yakalayıp, ekonomik refahı artırabiliriz.

Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü, geçtiğimiz ay Uluslararası Patent Başvuruları raporunu açıkladı. Patentleri takip etmek, önümüzdeki dönemde ekonominin nasıl şekilleneceğini, üretimin nasıl değişeceğini, hangi teknolojilerin yayılacağını öngörmek için yol gösterici bir rehberdir. Bu eğilimleri takip etmek, dünyada ve farklı ekonomilerde teknolojik dönüşümle ilgili ne olup bittiğini anlamak için son derece faydalıdır.

2000-2017 yılları arasında dünyada patent başvurularına bakıldığında; bilgisayar teknolojileri, dijital iletişim, makine ve enerji sektörlerinin listenin ilk sırasında yer aldığını görüyoruz. Ülkemize geldiğimizde teknoloji sıralamasında 2000 yılında ilk sırada yer alan “Diğer tüketici ürünleri”, 2017 yılında da yerini koruyor. Son günlerde içinde olduğumuz durumdan, yapısal bir değişimle çıkabilmek için yeni bir şeyleri, yeni araçlarla yapmak gerekiyor.

Teknolojik dönüşüm, sadece üretim yöntemlerini değiştirmedi, hayatımızın her alanını derinden etkiledi ve etkilemeye devam edecek. Ar-Ge ve iş modellerinden şirket davranışlarına, politika tasarım süreçlerinden idari yapılara kadar çok şeyi değiştirdi. Ülkemizin gerçek gündeminin topyekûn dijital dönüşüm olması gerektiğine inanıyoruz. Dijitalleşmenin bir lüks değil, aksine bir zorunluk olduğunu unutmamalıyız.

Gelir dağılımındaki uçurum her geçen gün artıyor. Bu da toplumda büyük zafiyetleri beraberinde getiriyor. Bu konudaki tespitlerinizi paylaşır mısınız?

Bugün Doğu ile Batı arasında dört (4) kata ulaşan bir gelir dağılımı uçurumu söz konusu ülkemizde. Orta Gelir Tuzağı’ndan kurtulabilmek için dört İstanbul’a daha ihtiyacımızın olduğu görülüyor. TÜRKONFED olarak 2012 ve 2013’te yayımladığımız Orta Gelir Tuzağı raporlarımız ile Türkiye’nin gelir dağılımındaki adaletsizliği nasıl çözmesi gerektiği ile ilgili politikalarımızı ortaya koymuştuk. Tüketime dayalı bir büyümeden yüksek katma değerli üretime ve ihracata odaklanan bir kalkınma modeline geçiş yapmamız gerekiyor. Kalkınmanın da bölgelerimizden, kentlerimizden başladığını unutmamak gerekiyor. Bugün sadece ülkeler değil, bölgeler, kentler ve sektörler yarışıyor. Kentlerimizin potansiyellerini tespit edip, bölgesel teşvik, destek ve yatırımlara önem vermemiz gerekiyor. Bölgelerimiz kalkınırsa ancak ülkemiz kalkınır ve bahsettiğimiz gelir dağılımındaki uçurumda azalır. Türkiye’nin acilen Orta Gelir Tuzağı’ndan çıkması için cari açığını azaltan, yüksek teknoloji kullanarak katma değeri yüksek üretim yapan ve markalaşmış ürünlerini geniş bir ihracat pazarına ulaştıran yapıya kavuşması için çalışıyoruz.

İş dünyasına bu süreçte tavsiyeleriniz neler olur?

İş dünyası olarak umutsuzluğa kapılma lüksümüz yok. Hepimizin aynı gemide olduğu konusunda hemfikiriz. Küresel ekonomide ciddi kırılmaların ve değişimlerin yaşandığı bir dönemden geçiyoruz. Bu değişim ve kırılmaların yansımaları şüphesiz ülkemizde de yoğun bir biçimde yaşanıyor, yaşanmaya da devam edecek. Ayrıca değişimin ana odağını teknoloji oluşturuyor. Teknoloji ve dijitalleşmede artık herkes birbiriyle yarış halinde. Bu alana yapılan yatırımlar her geçen gün hızla artıyor. Teknolojinin yarattığı dinamizm yeni iş modelleriyle yeni iş alanları ortaya çıkarıyor. Sağlıktan sanayiye, lojistikten eğitime her alanda bildiğimiz doğrular, artık yeniden şekillenip yepyeni yapılara bürünüyor. Ayrıca teknoloji sayesinde iş süreçlerini yönetme kolaylaşıyor, maliyetler düşüyor ve verimlilik artıyor. Bu nedenle önerim; kurumsallaşma süreçlerini hızla tamamlamaları, pazarın ihtiyaçlarını yakından takip etmeleri, mevcudu korurken bir yandan büyüme fırsatlarını yakından izlemeleri ve tüm bunların yanında büyümenin odağına teknoloji ve dijitalleşmeyi alarak, zamanın ruhunu yakalamak adına gereken her türlü adımı hızla atmaları olur.