REKABETÇİLİĞİN ANAHTARI; TEKNOLOJİYE DAYALI KATMA DEĞER ÜRETMEK

SEDA GÖK

 

GÜNDEME DAİR…

Günümüzde rekabet avantajının sağlanması için herhangi bir malı veya hizmeti daha düşük maliyetli üretebilmek tek başına yeterli değil.  Verimlilik, kalite, hız ve esneklik gibi hususlar da büyük önem taşıyor. Dolayısıyla rekabet gücü anlayışı; bilgi ve teknoloji alanında yaşanmakta… Firmaların ve ülkelerin sürdürülebilir rekabet avantajı elde edebilmeleri için Ar-Ge ve inovasyona daha fazla kaynak ayırarak teknolojik değişime ayak uydurmaları gerekiyor.

Öte yandan dünyadaki küreselleşme rüzgârı ve değişen uluslararası dış ticaret yapısı, tüm ülkelerin kendilerine yeniden bir yol haritası çizmesine neden oldu.  Uluslararası pazardan daha fazla pay almak için kıran kırana bir rekabet yaşanıyor. Bu süreçte teknoloji yoğun ve katma değeri yüksek ürünler üreterek ayakta kalma çabası dikkat çekiyor.

Artık rekabetçiliğin anahtar kavramı; teknolojiye dayalı katma değer üretimi olarak tanımlanıyor.

2023 Türkiye İhracat Stratejisi ve Eylem Planı’nın vizyonu; “2023 yılında 500 milyar dolar ihracata ulaşarak ülkemizin dünya ticaretinde lider ülkeler arasında yer alması” idi. Burada ana hedef; gelecek ticaret dünyasının taleplerine cevap verebilir ileri teknoloji ve AR-GE’ye dayalı esnek bir yapıya kavuşmak…

Türkiye dünya pazarında otomotiv, makine, elektronik, beyaz eşya, demir-çelik, hazır giyim, cam, çimento, seramik gibi birçok sektörde önde gelen ülkeler arasında yerini alıyor.

Bugün 200′den fazla ülkeye yaklaşık 40 bin ihracatçıyla 20 bin çeşit ürün satıyoruz. Ancak bu ürünlerin bir kısmı kendi tasarımlarımız ve markalarımızdan ziyade montaja dayalı ve başkalarının marka ve tasarımları olan ürünlerden oluşuyor.

Kanaat önderleri; markalaşma ve özellikle ithalat yoluyla elde edilen ürünlerin iç pazarda üretiminin büyük önem taşıdığını bir kere daha vurguluyorlar.

Türkiye’nin küresel düzeyde rekabet gücünü artırabilmesi için bilim, sanayi ve teknoloji alanında politika, strateji, plan ve programlar geliştirmesi ve uygulanmayı daha etkin hale getirmesi gerektiğinde birleşen kanaat önderleri, bilimsel veriye dayalı düşüncenin özendirilmesini istiyorlar.

Yüksek katma değerli, ileri teknolojiye dayalı, verimli, çevreye duyarlı, dışa bağımlılığı azaltan, güvenli ve sürdürülebilir bir üretim yapısının oluşturulmasının önemine vurgu yapan kanaat önderleri, üniversite-sanayi işbirliğinin geliştirilmesi, başta KOBİ’ler olmak üzere girişimciliğe, yenilikçiliğe ve AR-GE çalışmalarına verilen desteklerle, ülke sanayisinin teknolojik altyapısının güçlendirilmesi gerektiğini söylüyorlar. Kanaat önderleri, tüm bu gelişmelerle de Türkiye’nin rekabet gücünün artırılabileceğini belirtiyorlar.

Bugün Türkiye ihracatının yüzde 94’ünü imalat sanayi ürünlerinin oluşturduğu görülüyor. Bu payın yüzde 35’lik kısmını düşük teknolojili ürünler, yüzde 27’sini orta-düşük teknolojili ürünler, yüzde 29’unu orta-yüksek teknolojili ürünler ve sadece yüzde 3’ünü yüksek teknolojili ürünler oluşturuyor.

International Trade Center’ın ihracat verilerine göre yapılan hesaplamalarda ise dünya ihracatının yüzde 17′si düşük teknoloji, yüzde 21,08′i orta-düşük teknoloji, yüzde 30,01′i orta-yüksek teknoloji,  yüzde 16,49′u yüksek teknoloji ve yüzde 15,42′si ise imalat sanayi dışı ürünler oluşturuyor.

Bu oranlara bakıldığında imalat sanayisinde, Türkiye’nin yüksek teknoloji ürünleri ihracatı dışında tüm teknoloji düzeylerinde dünya ortalamasını yakaladığı ve hatta geçtiği açıkça görülüyor. Yüksek teknolojili ürünler ihracatında da gerekli önlemler ve çabalarla ülkemizin bu oranı yükseltmesi hepimizin ortak arzusu…