İzmir’i teknoloji üssü yapmak için Üniversitelere “Güç birliği yapalım” çağrısı

IMG_7875

 

Yaşar Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Ahmet Yiğitbaşı, İzmir’in teknoloji üssü olması için üniversitelerin başta teknoparklar olmak üzere birçok konuda işbirliği yapması gerektiğine dikkat çekiyor. Bu konuda devlet üniversitelerinden birinin öncü rol üstlenebileceğini ifade eden Yiğitbaşı, bu sayede maddi imkânların daha verimli kullanılabileceğinin de altını çiziyor. Yiğitbaşı, İzmir’in teknoloji konusunda bir üs olabileceğine inandığını söylüyor.

 

Öte yandan, Yaşar Üniversitesi’nin son dönemde yeniden yapılanma dönemi yaşadığını belirten Yiğitbaşı, bu kapsamda tarım eğitimi alanındaki yeni hedeflerini de anlattı. Konuyla ilgili olarak Hollanda ile yapacakları işbirliği hakkında bilgi veren Yiğitbaşı ile Yaşar Üniversitesi’nin hikâyesi üzerinden İzmir’in eğitim alanındaki gelişimi, yaşadığı sıkıntılar ve bu konuda yapılması gerekenler üzerine konuştuk.

 

 

-Son dönemde üniversitedeki görevinize daha fazla odaklandığınızı görüyoruz.

Evet. Üniversite 2001 yılında kuruldu. O dönemde Selçuk Yaşar Bey, kendi ailemin de eğitim kökenli olmasını dikkate alarak mütevelli heyetine girmemi istedi. Son 8 yıldır da mütevelli heyeti başkanı olarak devam ediyorum.

Boya grubundaki görevim ile üniversitedeki görevim hep bir arada gitti. DYO’da yönetim kurulu üyeliği görevim de devam ediyor. Üniversitenin akademik ve bilimsel iddialarının artması benim de süreç içerisinde üniversiteye daha çok odaklanmamı gerektirecek.

 


-O zaman bugün bize eğitim alanında yeni ve güzel hedefler açıklayacaksınız. 18 yıllık bu hikâyeyi ana başlıkları ile bir daha hatırlatmanızı istesem, önemli yapı taşları neler oldu?

Yaşar Üniversitesi, 2001 yılında 50 öğrenci ile eğitime başladı. Türkiye ekonomisinin yüzde 12 küçüldüğü bir dönemdi. Eski DYO fabrikasının genel müdürlük binası kampüs oldu. İlk yıllarda yeni bir üniversite olmanın getirdiği bir takım zorluklar vardı. Sonuçta bir sanayi kuruluşu üniversite kuruyor ve o yıllarda çok fazla akademik tecrübesi yok. Dewilux’ün olduğu bu kampüse 2008’de geçiliyor ve yaklaşık 11 yıldır buradayız. Asıl büyüme Dewilux Boya Fabrikası’nın olduğu kampüse geçtikten sonra oluyor.

 

-Şu anda tek kampüste eğitim sürüyor.

Evet, buraya Selçuk Yaşar Kampüsü diyoruz. Yaklaşık 70 bin metrekare kapalı alanda hizmet veriyoruz. 2 enstitü, 9 fakülte, 4 yüksekokulumuz var. Bu akademik birimlerde 29 lisans bölümü, 12 ön lisans programı, 22 yüksek lisans programı ve 8 doktora/sanatta yeterlik programı ile eğitim vermeye devam ediyoruz. Çağın gerektirdiği şekilde yapılandık. Örneğin, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi yerine İşletme Fakültesi ile İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi’ni kurduk. Buradaki amaçlardan birisi Amerikan eğitim sisteminde olduğu gibi tamamen işletme odaklı bir “business school” mantığını getirmekti. Toplumsal sorumluluğumuz gereği de toplumla ilgili alanlardaki uzmanlığımızı İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi adı altında yürütmeyi hedefledik.

 

IMG_7896

 

-Yeniden yapılanma dönemi diyebilir miyiz?

Odaklanma ve dünyaya entegre olabilme süreci diyebiliriz. Bizim diplomalarımız tamamen AB onaylı, “diploma supplement”i olan, eş değer kabul edilen diplomalar. Dolayısıyla buradan almış olduğunuz diploma ile Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde yüksek lisans yapabiliyorsunuz. Şu anda orijinal diplomalarımızın arkasında “diploma supplement” diye barkod var. Dünyanın her yerinde geçerli.

-Odaklanma ve dünyaya entegre olma süreci içerisinde ‘Mühendisliğe odaklanacağız’, ‘Toplum bilimine odaklı gideceğiz’ gibi spesifik alanlarda uzmanlaşma eğilimi olacak mı?

Aslında üniversitemizin güçlü olan taraflarından bir tanesi öğrencilerimizin sosyal, kültürel ve kişisel gelişimine çok önem veriyor olması. Bunun en büyük etkilerinden bir tanesi de Selçuk Bey’in zamanında çok önem verdiği bir orkestramız var.

Bunu neden vurguluyorum, çünkü bir müzik bölümü üniversiteye çok şey katıyor.


-Bu konuyu biraz daha açar mısınız?

Bu hikâyeyi sizinle paylaşmak istiyorum. Selçuk Bey, Saint Joseph mezunu. Keman çalmayı çok seviyor. O yıllarda Dokuz Eylül Üniversitesi’nin bir oda orkestrası var.

Bir gün Altınyunus terasta klasik müzik çalan orkestrayı dinlerken, “Bizim neden bir oda orkestramız olmasın” diyor. Tam Türkiye’nin kriz yılı, üniversite yeni kurulmuş ve henüz iki yıldır faaliyette. Böyle bir ortamda Sanat Tasarım Fakültesi ve bu fakültenin içinde olacak şekilde müzik bölümü kuruluyor. Sonrasında da Oda Orkestrası kuruluyor. Bu, üniversiteye bir tasarım kültürü gelmesini de sağlıyor.

Mühendislik ve teknik bölümlerimiz zaten çok güçlüydü. Bunlara sanat ve tasarım ile ilgili bölümler, bunun yanı sıra sosyal ve iletişim bilimleri de eklenince bizi tamamladı. Sadece eğitim odaklı değil aynı zamanda bir tasarım kültürü de oluşturmaya çok önem veriyoruz. Bunun da ne kadar doğru olduğunu şimdi daha iyi görüyoruz. Dünyada Design Thinking (Düşünce Tasarımı) kavramı giderek önem kazanıyor.   

Ayrıca öğrencilerimiz bölüm müfredatlarının yanı sıra Bilim Kültürü dersleri olarak isimlendirdiğimiz dersleri almak zorunda. Bunları almadan mezun olamıyorlar. Bu dersler ile piyasanın talebinin olduğu açık olarak bilinen girişimcilik, liderlik, analitik düşünce, analiz, tasarım, raporlama, sunum, etik, sosyal sorumluluk vb. özellikleri tüm öğrenci ve mezunlarımıza kazandırıyor, böylece iş dünyasının da bu anlamda beklentilerini karşılıyoruz. Öğrencilerimiz çok yönlü olarak yetişiyorlar.

-‘Biz İzmir’in üniversitesiyiz’ diyerek siz kendi markanızı tanıtmaktan çok İzmir vurgusu ile dikkat çekiyorsunuz. Neden, bu kadar İzmir hassasiyeti gösteriyorsunuz?

Bu Yaşar Holding kültüründen geliyor. Selçuk Bey’e de zamanında herkes sormuştur; “Neden İstanbul’a gitmiyorsunuz? Daha da büyüyebilirsiniz.”

Yaşar Topluluğu İstanbul’da olsa belki iki-üç misli büyüyebilirdi. Selçuk Bey, hep “Ben Egeliyim. Ege, İzmir ve çevresini de kalkındırmak istiyoruz. Biz Ege’nin insanıyız. Biz de gidersek kim Ege’de ne yapacak?” dedi.

Dolayısıyla bunun gerçekten büyük etkisi var. Üniversitemizin stratejisi içinde de bu çok önemli oldu.

Bölge ile iç içe olmak, kent ile iç içe olmak… Bizim aslında vizyonumuz belli; “uluslararası bir kent üniversitesi” diyoruz.

 

 

 

Hiçbir zaman kampüsümüzün İzmir’in dışında çok uzak bir yerde olmasını düşünmedik. Şu anda yerimiz de metronun girişinde, kentin ortasında bir üniversite. Dolayısıyla uluslararası bir kent üniversitesi. Bu çerçevede de ilk ana hedefimiz; dünyanın en iyi 1000 üniversitesi arasına girmek. Daha sonraki ikinci aşamada ilk 500 arasına girmek.

-1000 üniversite arasına girmek için tarih bazlı bir hedef verebiliyor musunuz?

Önümüzdeki 5 yıl içerisinde en iyi 1000 üniversite arasına girmeyi planlıyoruz.

-Dünyanın en iyi 1000 üniversitesi kriterinde genelde tıp fakültesi çok büyük etken oluyor. Çünkü dünyada ağırlıklı olarak yapılan araştırma, yayınlanan makale sayısı gibi belli başlıklarda kriterleme yapılıyor. 5 yıllık hedefinizde tıp fakültesi yer alıyor mu?

Hayır, tıp fakültesi açmak gibi bir fikrimiz yok.

-Neden?

Bu konu kendi aramızda çok tartışıldı. Hatta diğer üniversitelerdeki hocalarımız geldi, “Yaşar yaparsa en iyisini yapar” dediler.

Tıp fakültesi olunca üniversitenin yönü biraz kayıyor ve diğer bölümlere olan konsantrasyon azalıyor. Biz dedik ki, “Bir şeyi yapıyorsak en iyisini yapalım. Dolayısıyla belirlediğimiz konuya konsantre olalım ve o konuda dünyada yükselelim.”

Dünyaya baktığımızda tıp fakültesi olmadan da sıralamada üst yerlerde olan üniversiteler olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla tıp olmadan da oluyor. Oralarda olduğuna göre bizde niye olmasın? Biz de o çerçevede bu bölümlerde kalmak istiyoruz.

-Uzmanlaşmanın faydası bu noktada rakamlara da yansıyor. TÜBİTAK’ın destek programını kazanan 9 üniversiteden birisiniz. Özellikle hangi alana doğru yöneleceksiniz? TÜBİTAK’tan bu başarıyı nasıl kazandınız? Bu konudaki son gelişmeleri paylaşır mısınız?

Bilgi ve Teknoloji Transfer Ofisimiz var.Üniversitede üretilen bilgi ve teknoloji ile araştırma altyapısını ekonomik ve sosyal değere dönüştürüyor; kamu kurumları, özel sektör ve toplumun fayda sağlaması sürecini yönetiyoruz. Bu bağlamda danışmanlık hizmetleri veriyor, özel sektör ve kamu kuruluşları ile ortaklaşa yürütülün sözleşmeli projeler yapıyor, AR-GE projeleri geliştiriyoruz. Start up’ları çok destekliyoruz. Kuluçka Merkezi’nde, girişimcilerin iş fikirlerini hayata geçirmeleri ve ekonomiye değer katmaları için çalışıyoruz.

-Teknopark kurma girişiminiz ne aşamada?

Doğru, bir teknopark kurma girişimlerimiz devam ediyor ama öncesinde belirli şeylerin oluşması lazım.

-Nelerin oluşması gerekiyor?

İzmir’de başka üniversitelerin kurmuş olduğu teknoparklar da var. Dolayısıyla burada güç birliği de çok önemli. Onları da değerlendiriyoruz. Ege Üniversitesi, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü ve Dokuz Eylül Üniversitesi’nin teknoparkları var. Aslında Urla taraflarında yapılması planlanan bir teknoloji üssü vardı. Gerçekten ben o planı çok başarılı bulmuştum. O proje çok önemli.

Hollanda’da gittim, gördüm. “High Tech Center” diye bir yerleri var. Büyük markalar orada toplanmış, devasa 10 bin kişilik yer. Gerçekten teknoloji üretiyorlar. Böyle bir şey olabilse… Bu konuda bütün üniversitelerin güç birliği yaptığı, bir araya toplandığı bir yapı iyi olur diye düşünüyorum. Dolayısıyla biz sanayi şirketlerini de içeren, bu tip güç birliklerine önem veriyoruz.

Ama Yaşar Üniversitesi olarak biz de tabii ki kendi Teknokent’imizi oluşturmak için bir çalışma içindeyiz.

-Aslında burada “Güç birliği yapalım” mesajı da veriyorsunuz.

İzmir’i neden bir teknoloji üssü haline getirmeyelim?

-Sanayi ile üniversite işbirliğinde nasıl bir İzmir gerçeği var?

Hollanda’da ziyaret ettiğim High Tech Center öyle bir yerdi. Müthiş bir bilgi paylaşımı var. Müthiş teknolojiler üretiyorlar. Herkes kendine lazım olanı içerisinden alıyor. Bunu neden İzmir’de yapmayalım?

 

-Eğitimde Yaşar Holding ile üniversite arasındaki entegrasyonu nasıl sağladınız?

Yaklaşık 5 yıl önce“Yaşar Üniversitesi -Yaşar Holding Topluluk Şirketleri İşbirliği Çalışmaları”platformunu oluşturduk. Üniversite sanayi işbirliği üzerine bir araya gelip projeler üretiyor, hayata geçirme adına adımlar atıyoruz. ‘Proje Pazarı’ diye bir kavramımız var. Bu işbirliğini yapabilmek hakikaten bir süre aldı. Bu işbirliğini yapabilmek için güven çok önemli, gerçekçi olmayan şeyleri söylememek lazım, bu durum hemen olmuyor. Dolayısıyla bunları gerçekten yapmak için ciddi çaba sarf ettik, geldiğimiz noktada şu anda birçok şirketimize üniversite hizmet veriyor.

 

-İstenilen noktada mısınız?

Hayır, hâlâ değiliz ama en azından o kültür oluşmaya başladı. Altyapı var.

 

-Bu konuda somut örnekler var mı?

Belirli ürün gruplarıyla ilgili pazar araştırmaları yapıldı. Şirketlerde ürün gruplarıyla ilgili endüstri mühendisliği süreç iyileştirme çalışmaları yapıldı. Bazı bölümlerin mezuniyet bitirme projeleri, Topluluk şirketleri ile işbirliği içinde yapılıyor. Topluluk şirketlerinden birkaç yöneticimiz, öğrencilere yöneticilik dersi veriyor, liderlik derslerine katılanlar var. İstediğimiz noktada henüz değiliz, daha mesafemiz var ama 5 yılda da iyi bir noktaya geldik.

 

-Şu anda üniversite bünyesinde 34 tane proje yürütülüyor. Bunlar ağırlıklı olarak hangi alanlarda, önümüzdeki dönemde odaklanacağınız yeni projeler hangileri olacak?

Çoğunluğu teknoloji odaklı projeler. Ayrıca sosyal bilimler alanında da projeler yürütülüyor. Tüm bu projelerdeki ana hedef, katma değer yaratarak üniversitede oluşturulan bilgi birikiminin toplumun tüm katmanlarına yayılması olarak özetleyebilirim.

Başka bir açıdan bakıldığında, yeni projemiz olarak Tarım Bilimleri ve Teknoloji Fakültesi’ni örnek gösterebilirim.

 

- Hollanda ile ortak yapacağınız bir proje mi olacak?

Wageningen Üniversitesi ile görüşmelerimiz var. Ciddi bir ön araştırma gerekiyordu. Türkiye’deki üniversiteleri araştırdık. Bir program hazırladık. Burada Hollanda ile olan işbirliğine çok önem veriyoruz. Çünkü Türkiye tarımda hak ettiği yerde değil. Bu yıllardır hep söylenen bir şey. Dolayısıyla biz ayakları yere basan gerçekten bir çalışmanın hayat bulmasını istiyoruz.

Selçuk Bey’in başkan olduğu dönemlerde de ‘Biz klasik bir Ziraat Fakültesi istemiyoruz’ dedik. İncelemelerimiz sırasında gördük ki küçücük yerlerde müthiş şeyler üretiyorlar. Topraksız tarım yapıyorlar. Yüzölçümü küçük Hollanda, dünyanın 3’üncü büyük tarım ihracat ülkesi. Onlardaki bölümlerle bizdeki bölümlerin çok uyduğunu gördük.

 

Bizim yeni fakültemiz 5 bölümden oluşuyor. Bu bölümler işin teknoloji boyutunu da yönetim boyutunu da kapsıyor. Bu proje bizi çok heyecanlandırıyor. Bununla ilgili yeni bir arsa da bakıyoruz.

 

-“Yer arıyoruz” dediniz, onun için de muhakkak bir yol haritası belirlenmiştir. Ne zaman öğrenci kabulüne başlayacak?

Önümüzdeki 6 ay içerisinde yerimizi belirleyip, en az 2 yıl içerisinde oradaki binamızda eğitime başlama arzusundayız. Eğitime başlayabilmek için başvurumuzu yaptık, YÖK’ün kararını bekliyoruz. 

Belki ileride bizim Teknopark’ımızın bir bölümü o tarafa gidebilir. Açıkçası Teknopark’ın bu kampüs içerisinde olmasını istiyoruz.

Artık Teknopark dediğiniz yerler, öyle devası alanlar değil. Küçük alanlarda yüksek teknolojiler üretilebiliyor. Çok büyük alanlar gerekmiyor. Bunun en iyi örneği Hollanda. Hollanda’da onu belirli bir alan içinde çok daha verimli bir şekilde yapıyorlar.

 

 

 

 

-İşbirliğindeki model nasıl olacak? Hollanda’daki üniversitenin hocaları buraya gelip dönemsel olarak ders mi verecek?

Öğrenci ve akademisyenlerde mobility (Hareketlilik) olacak. Onlardan buraya gelenler olacak, bizim hocalarımızdan gidenler olacak.

Ama prensipte öğrenci 2 yılı burada okuyacak, 1 yılı Hollanda’da okuyacak, son yılı bizde bitirecek. Böyle bir sistem var. Daha nihai anlaşmalar tam anlamıyla bitmiş değil, ön prensip anlaşmaları var.

 

-Nihai anlaşma bu sene tamamlanır mı?

Tamamlarız. Sene sonuna kadar tamamlamayı hedefliyoruz. YÖK’ten onay aşaması var.

 

-Sanayi ile de iç içesiniz. Sanayici size en çok hangi taleplerle geliyor?

Teknoloji ve araştırma…

 

-Aynı zamanda Portekiz Fahri Konsolosluğu görevini de yürütüyorsunuz ve Türkiye’den orada ciddi anlamda yatırım yapan iş adamlarımız var. Burada durum nedir, Portekizli yatırımcının İzmir’de potansiyeli nedir? Bu açıdan da tespitlerinizi almak isterim.

İzmir’de olan yatırımcılar az miktarda, ama olanların da çoğu ileri teknoloji yatırımlar. Ne gibi yatırımlar derseniz; mesela elektronik plakaların mikroçip oluşturma teknolojisi. Daha çok ileri teknoloji; az insanla katma değeri yüksek ürünlerle ilgili.

 

-İzmir’de Portekizli kaç şirket var?

Bölgede 3 şirket olduğunu biliyorum. Bir de tabi aynı zamanda rafinerilerde mühendis olarak Portekizli çalışanlar çok var. Portekiz’in şöyle bir özelliği var. Gerçekten yüksek kalifiye eleman ve mühendisleri var. Portekiz’de 10,6 milyon insan yaşıyor, ama en azından bir o kadar Portekizli de bütün dünyaya yayılmış durumda ve çoğu da mühendis ve kalifiye çalışan, üst düzey çalışan yönetici olarak çalışıyor. Avantajları da dünyada 300 milyonun üzerinde insanın Portekizce konuşuyor olması.

 

-Lizbon’dan İzmir’e bir Start Up köprüsü kurulabilir mi diyorsunuz?

Öyle bir şey denebilir çünkü Portekiz ile yaşam tarzımız da benziyor. Neden olmasın? Lizbon’da Web Summit diye bir oluşum var. İnternetle bağlantılı start-up’ların katıldığı bir platform. Bu platform şu anda dünyanın en önemli 3 teknoloji buluşmasından biri. Özellikle son yıl 30 bin kişi katılım sağlamış. Burada bütün start-up’çılar ve melek yatırımcılar buluşuyor ve projelerini sunuyor. Ayrıca teknolojik danışmanlar geliyor ve destek veriyor. Böyle bir işbirliği içinde hızlı bir kuluçka ve müthiş bir network oluşuyor. İzmir’i de böyle oluşumlarla teknoloji üssü haline getirebiliriz.

 

 

 

-Kalıcı yatırım anlamında burada yatırım yapmayı düşünenler var mı?

İzmir’i daha çok katma değeri yüksek ürünlerle bağlantılı yatırımlarda üs olarak görüyorlar. Aslında baktığım zaman bütün parçalar birbiriyle oturuyor.

Teknoloji üssü, Web Summit, katma değeri yüksek teknolojili üretim…

Teknoloji üssü İzmir olsun, dendi.Bu, sadece biz üniversitelerin “Yapalım” demesi ile olmuyor. Yurtdışında, örneğin Hollanda’da bu konuyla ilgili ciddi devlet desteği var. Dünya şirketlerinin ülkemizde yatırım yapması için devlet desteği ve teknolojik alt yapı şart.

 

-Eklemek istediğiniz…

Yaşar Üniversitesi olarak, sporu da akademik başarının önemli bir unsuru olarak görmekteyiz. Akademik eğitime sanatı, tasarımı, bilim ve kültür temelli anlayışı ve olmazsa olmaz sporu da entegre ederek başardıkları ile yetinmeyen, sürekli kendini geliştirmeyi amaçlayan öğrenciler yetiştirmeyi hedefliyoruz.

Bu yıl öğrencilerimiz, voleybol, tenis, yüzme, yelken, triatlon, atletizm, okçuluk gibi birçok branşta çeşitli başarılara imza atarak üniversitemizi gururlandırdı.    Öğrencilerimizin başarılarını büyük beğeni ile takip ediyorum.