İZMİR, GERİ KAZANIM İHTİSAS OSB İLE TÜRKİYE’YE ÖNCÜ OLACAK

S

 

-İzmir-Kemalpaşa’de yaklaşık 6 yıldır Geri Kazanım İhtisas OSB kurulması ile ilgili çalışmaları yürütülüyor.

1 milyon metrekarelik alan üzerinde kurulma çalışmaları süren Kemalpaşa’daki Geri Kazanım İhtisas Organize Sanayi Bölgesi(OSB)’nin kurulması ile ilgili sürecin birkaç ay içerisinde tamamlanması hedefleniyor.

Burada minimum 5 bin metrekarelik parseller halinde yatırımların yapılması ve yatırımcıya tahsis edilmesi planlanıyor. İzmir bu anlamda Türkiye’nin öncü bir şehri olacak.

Ege Bölgesi Sanayi Odası(EBSO) Geri Kazanım Sanayi Meslek Komitesi Meclis Üyesi, EGEÇEV Atık Yönetimi A.Ş Genel Müdürü Ergin Erdinç ile İzmir’in geri dönüşüm konusundaki mevcut durumu, bu alanda yapılan yatırımlar, sektördeki gelişmeler ve yapılması gerekenler üzerine sohbet ettik.

 

İzmir’in sanayi alanında çevresel yatırımlar konusundaki konumunu değerlendirir misiniz?

İzmir ili çevre duyarlılığının en yüksek olduğu şehir diyebiliriz. Geri kazanım sanayisi, Çevre Bakanlığı’ndan lisans almış, toplama, ayırma ve geri kazanım lisanslı tesislerin sayısıyla orantılı olarak değişiyor. Bu anlamda baktığımızda, İzmir’in lisanslı tesis yönünden Türkiye’nin popülasyon yönünden en gelişmiş şehri olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Öncelikle İzmir geri dönüşüm sanayisi yönünden oldukça gelişmiş bir durumda. Hinterlant olarak Ege Bölgesi’ndeki atıkların toplandığı ve geri kazanımının yapıldığı bir yer. Lisanslı tesis sayısı da fazla, bu anlamda biz yatırımları Ege Bölgesi Sanayi Odası olarak bir sistemik dahilinde yapılmasını hedefliyoruz.

Yaklaşık 6 yıldır yatırımların tek bir yerde toplanması için ‘Geri Kazanım İhtisas OSB’ kurulması ile ilgili çalışmaları yürütüyoruz. İhtisas OSB’nin kurulması anlamında belirli bir yere gelmiş durumdayız. Muhtemelen 1 milyon metrekarelik Kemalpaşa’da bir Geri Kazanım İhtisas OSB’nin kurulması ile ilgili sürecimiz birkaç ay içerisinde neticelenecek gibi gözüküyor.

Burada minimum 5 bin metrekarelik parseller halinde yatırımların yapılması ve yatırımcıya tahsis edilmesi planlanıyor. İzmir bu anlamda Türkiye’nin öncü bir şehri olacak.

Neden?

Yatırımın yapılması sanayici açısından gerekli, özellikle sıfır atık yönetmeliğinin yayınlanmasının ardından atık toplama miktarları artıyor. Ancak bu toplanan atıkları nerede işleneceği ile ilgili bir başka sorunumuz var. İşte o sorunu da biz bu şekilde çözmeyi planlıyoruz. Bu Organize Sanayi Bölgesi’nde çevre koruma bantlarımız olacak. Yine müştereken işletilen arıtma tesisimiz olacak. Doğalgaz, elektrik her türlü alt yapısının kendi içerisinde olduğu düzenli olarak geri dönüşüm sektörünün çalıştığı bir merkezimiz olacak. Ayrıca OSB içinde çevre teknolojileri anlamında Ar-Ge birimleri, Ar-Ge çalışmalarının yapılması, bununla ilgili olarak eğitim, personelin eğitilmesi, geri dönüştürülen malzemelerle ilgili personeli oryantasyon ve eğitim kurslarının da verilmesini hedefliyoruz.

Özellikle yeni çıkan kanun uygulamasında sıkıntıların olacağı ifade ediliyor? Sizin bu konudaki tespitleriniz neler?

10 Aralık 2018 tarihli Resmi Gazete’de geri kazanım katkı payları şeklinde bir pay alınması ile ilgili bir konu yayınlandı. Poşetlerinde içinde olduğu, geri kazanım katkı payları ile ilgili uygulama başladı. Bu uygulamada sorun olacağı zaten tespit edildiği için tahsilat yöntemi ile ilgili olarak 20 Şubat tarihli Resmi Gazete’de toplam para tahsilat işlerinin, Maliye Bakanlığı tarafından yapılması ile ilgili Çevre Kanunu ile ilgili değişiklik yine yapıldı. Ardından Maliye Bakanlığı, Nisan ayının sonunda beyannamelerin nasıl verileceği ile ilgili usul ve esasları da yayınladı. Şimdi geri kazanım katkı payları, yasal olarak alınması gereken bir kanun. Bunun tartışılacak bir durumu yok, bu payların alınmaması ile ilgili konu nereden kaynaklanıyor? Sadece ilgili yönetmeliğin yayınlanmamış olmasından kaynaklanıyor. Burada geri kazanım katkı payları ile ilgili konuya baktığımızda karşımıza nasıl bir konu çıkıyor? Geri kazanım katkı payları ile ilgili olarak kanunda, bazı tahsilat birimleri litreye, bazıları kilograma, bazısı adede bağlı ve bu özellikle tahsilat konusuna kaotik bir yapı oluşturuyor. Bununla ilgili çözüm nasıl oluşabilir? Bu konuda bir istihsal vergisi, çevre üretim vergisi gibi düşünmek mümkün olabilirse ilk üreticinin bir alttaki birime satarken bununla ilgili geri kazanım katkı payının faturanın üzerine yazması ve daha sonra tahsil ettiği bedeli Maliye Bakanlığı’nın ilgili beyannameleri ile beyan etmesi kaydı ile işlem gerçekleştirilebilir görüşündeyim. Tabii ki bu çok kolay değil çünkü kanun hazırlanmasında adet, kilogram ve hacim bilgilerinin olduğu bir durum var, bunların hesaplanması çok kolay bir durum değil.

Sanayide özellikle çevre katkı paylarının getireceği külfet ve maliyetler…  Bu konuda bir belirsizlik var. Sizin konuyla ilgili tespitleriniz neler?

Çevre katkı payları ile ilgili konuyu birkaç konuda değerlendirmek mümkün. Öncelikle olaya kanun açısından baktığımızda, Çevre Kanunu’nda piyasa sürenlerin yükümlülükleri şu şekilde sıralanıyor; “toplanan, ayırma, taşıma, geri kazanım ve bertaraf.” Bu güne kadar geri kazanım katkı payları, bertaraf ve geri dönüşüm bedellerinin ödenmesi ile ilgili bir süreç olmadığı için bu konuda bir sıkıntı var. Hatta biraz daha derinlemesine açacak olursak, öncelikle bu paranın ödenmesine neden ihtiyaç var oradan konuya girmek gerekiyor. Bizim kıt kaynaklarımız var, doğal kaynaklar yönünden. İnsanda çok hızlı bir şekilde tüketiyor, tükettiği ürünleri tekrardan geri kazandırarak, ekonomiye kazandırılması gerekiyor. Ancak şöyle bir durum var, geri kazanmak daha maliyetli bir olay. Neye? Orijinal ürüne göre, ürün elde etmesine göre. Geri dönüştürülmüş ürünler, orijinal malzemenin yaklaşık yüzde 70 fiyatına satılıyor. İkame bir ürün durumunda ve orijinal ürüne göre daha ucuz satılıyor. O zaman geri kazanım faaliyetlerinin sübvanse edilmesi gerekiyor. Avrupa birliği ülkeleri bu sübvansiyon mekanizmalarını, belgelendirme ve bununla ilgili piyasaya sürenlerin yükümlülükleri olarak koymuşlar. Türkiye’de 2004 tarihinde yayınlanan ‘Ambalaj Atıklarının Kontrolü Yönetmeliği’  hükümlerine göre sanayicilerin bir belgelendirme yükümlülükleri var. Ancak bu belgelendirme yükümlülüğünde sanayi kuruluşlarının ya da piyasaya sürenlerin ödediği rakamları Avrupa ülkeleri ile karşılaştırdığınızda yaklaşık onda bir gibi bir bedel ödediği görülüyor. Dolayısıyla buradaki rakamlar Avrupa Ülkelerine göre daha az olduğu için Türkiye’de atık toplanması ile ilgili sorun karşımıza çıkıyor. Şimdi bu sorun karşımıza çıkıyor neden? Çünkü piyasaya sürenler daha az para ödemek istiyor. Bu işin bu şekilde halledilmediğinde görünce devlet, geri kazanım katkı payını çıkartıyor. Geri kazanım katkı payı belgeleme ile beraber ilave bunu destekleyici bir uygulama haline geliyor. Hatta buradan 1 Ocak 2021’de de bazı ürünlerde zorunlu depozito uygulamasına gidilecek. Eğer zorunlu depozitoya gidilirse bu sefer belgeleme ve geri kazanım katkı paylarının ödemesi olmayacak. Burada bunu geri kazanım katkı payı kamu mali hukuku açısından baktığınızda, maktu ve çevre istihsal  vergisi olarak düşünülebilir. Yani o şekilde ifade edilmesi konunun anlaşılması anlamında daha anlaşılabilir bir durum yaratıyor. Türkiye’deki sübvansiyon mekanizmaları tam çalışmadığı için buna ihtiyaç var. Zaten geri kazanım katkı payları ile ilgili olarak, buradan elde edilen gelirin, tekrardan yayınlanacak bir yönetmelikle sıfır atık belgesi alan kurumlara dağıtılarak, daha önce de söylediğim sübvansiyon mekanizmasının çalıştırılacağı kanunda açık bir şekilde yazılmış durumda.

Çevre yasaları genelde bir konsensüs içinde uygulanan yasalar olmalı. Ancak Türkiye’de ‘yaptık oldu yapısı’ ön planda. Bunun sanayiciye külfeti nedir?

Öncelikle Avrupa Birliği mevzuatına baktığımızda, en kapsamlı mevzuatın ‘Çevre Mevzuatı’ olduğunu görüyoruz. Avrupa Birliği mevzuatında, İspanya’da 300, 400 tane sanayi tesisi sadece çevre mevzuatına uyumlu olmadığı için kapatılmış durumda. Avrupa Birliği’nde geri dönüşüm, çevre mevzuatı konusunda, oldukça yoğun çalışmalar var. Şuanda Türkiye, Avrupa Birliği uyum yasaları kapsamında, Avrupa Birliği ile yaptığı çalışmalara entegre olmaya çalışıyor. Burada konsensüsün çıkması diye bir şey yok.

Çünkü Türkiye zaten çevre mevzuatında, Avrupa Birliği’ne uyum sağlayacağı ile ilgili olarak taahhüt altına girmiş durumda. Avrupalı olmak demek böyle bir şey. Mesela Avrupa Birliği şuanda tek kullanımlık plastikleri, poşet ürünleri yasaklama noktasına geldi. Kısa bir süre sonra Türkiye’de bunu yasaklayacak. Bunu konsensüsle yapmanız mümkün değil ki. Avrupa Birliği’nde uzun süre yapılan anlaşmalar gereğince bugün yansıyan bir konu halinde karşımıza çıkıyor. Yoksa bizim kendi ulusal kararlarımızla alacağımız bir konu değil. Bunu Avrupa Birliği uyum yasaları kapsamına düşünecek olursak zaten bu kararlar alınmış biz sadece arkadan yetişmeye çalışıyoruz. Yani sanayiciye bunun bir külfeti yok, neden yok ben onu anlatayım.

Güneş herkesi eşit ısıtıyor. Maktu vergi ile orantısal vergi arasında bir fark vardır. Diyelim ki adette bir kuruş zam geliyorsa tüm herkese bir kuruş adette zam geldiği zaman herkesin maliyeti bir kuruş artmış oluyor. Rekabet hukukunu bozmuyor, zaten bunu faturasının üstüne yansıtıp, nihai tüketiciye gönderiyorlar. Herhangi bir şekilde kendisine giren bir para olmadığı gibi KDV gibi kendisinden çıkan bir bedelde olmuyor. Bunu ödeyen nihai tüketici, yani sanayiciye bunun bir ekstra külfeti yok ki. Sistem olarak yani sanayiciye bunun olumlu ya da olumsuz bir etkisi var mı derseniz, cebinden herhangi bir para çıkmadığı için hiçbir etkisi yok. Ama muhasebeleştirmek ile ilgili bir külfeti evet olacak fakat onun dışında parasal boyutta bir külfeti katkı payından dolayı olmuyor.

Sanayiciler tarafından farklı zaman dilimlerinde Türkiye’de Çevre Ajansı’nın kurulması öneriliyor. Sizin bu konudaki öneriniz nedir?

Öncelikle Çevre Ajansı ne? Avrupa Birliği’ne bağlı olarak çalışan bir Çevre Ajansı kavramı var. Çevre Ajansı kurulması ile ilgili olarak Çevre Bakanlığı’nda, Çevre Ajansı masası olarak bir masamız şuanda mevcut. Çevre Ajansı bir miktar sivil toplum örgütü olarak çalışıyor yani bir kamu kurumu olmaktan çıkıyor. Bununla ilgili olarak şuanda benim bildiğim Çevre Ajansı kurulması için Avrupa Birliği’ne sunulmuş projeler var. Çevre Ajansı’nı kurup bu konuyu Çevre Ajansı üzerinden toplamaya çalışan, olabilirliğini araştıran projeler var. Bu çok kolay bir proje değil çünkü kamu iradesinin bir takım güçlerini, Çevre Ajansı’na devretmesi gerekiyor. Türkiye’de anayasanın 125.maddesine göre devletin asli ve sürekli işleri kamu görevlileri tarafından yapılacağı için Çevre Ajansı kurulsa dahi kamunun olmadığı bir yerde bu bir kamu görevi olduğu için mevcut anayasa hukuku çerçevesine baktığımızda bunun çok uygulanabilir olmadığını düşünüyorum.