“ÇANDARLI LİMANI ‘RÜZGÂR’IN ÜSSÜ OLSUN”

 

alper kalaycı-seda gök

Rüzgâr enerjisi başta olmak üzere yenilenebilir enerji türlerinin ana ve yan sanayi üretiminde adeta üs konumuna yükselen İzmir, bu alanda ihtisaslaşmış bir liman ihtiyacı ile dikkat çekiyor.

Rüzgâr santrallerinde kule ve kanat uzunluklarının artması, dünyada hızlı gelişim gösteren off-shore (denizüstü) rüzgâr enerji santrallerinde Türkiye’nin çok büyük potansiyel vaat etmesi bu alanda hızlı değişim ve uzmanlaşma ihtiyacını beraberinde getiriyor.

TİCARET Sohbetleri köşemin bu hafta konuğu olan Enerji Sanayicileri İş Adamları Derneği (ENSİA) Yönetim Kurulu Başkanı ve Alman yenilenebilir enerji devi ENERCON bünyesinde yer alan AERO Rüzgar Endüstrisi A.Ş’nin Genel Müdürü Alper Kalaycı, Çandarlı Limanı’nın rüzgâr enerjisi santralleri ekipman ihracatı konusunda ihtisaslaşması gerektiğini söylüyor. Kalaycı, “İzmir özelinde Çandarlı Limanı’na odaklanmalıyız. Rüzgâr enerjisine yönelik ihtisaslaşan bir liman olması, kentin ‘Rüzgârın Başkenti’ olma vizyonunu tamamlayacaktır” diyor.

 

Türkiye’de ilk Yenilenebilir İhracatçı Birliği, İzmir’de kurulacak. Bu konudaki çalışmalarda ne aşamaya gelindi? Diğer birliklerde bir rahatsızlık oluştu mu?

Derneğimizin İzmir Kalkınma Ajansı ile paydaşı olduğu Best For Energy projesinin çalışma ekibi, sektörde faaliyet gösteren firmaların röntgenini çekerek gümrük tarifi kodu (GTİP) ve firma bazındaki bazı bilgileri Ege İhracatçı Birlikleri’ne iletti. Onlar verileri çekip, işleme ve GTİP kodları ile eşleştirme aşamasındalar. Veri toplama süreci bitmiş, ortaya tam anlamıyla ‘Şu kadar firma, şu kadar hacim ve ihracat’ diye konuşabileceğimiz rakamlar çok net olarak çıkmış değil. Burada firmalar çok dağınık. Farklı farklı birliklerden gösterilen ihracatlar söz konusu. Ancak mevcut bir Birliğin gücünü çok azaltacak bir değişiklik yaratmayacağı için işimizin çok zor olmadığını söyleyebiliriz.

Elinizde tahmini bir veri var mı?

Serbest bölgeler, ihracatçı birliklerinin kapsamına girmiyor. İzmir’deki iki serbest bölgede rüzgâr türbin kanadı üreten iki büyük üretici var. ESBAŞ’ta AERO olarak biz üretim yapıyoruz. Menemen’deki İZBAŞ’ta ise TPI Kompozit firmasının bir fabrikası bulunuyor. Bu iki şirketin hesaba dâhil olmaması elbette hacmi azaltıyor. Ancak buna rağmen tahmini olarak 400 ilâ 500 milyon dolarlık bir ihracat hacmi ortaya çıkacak diye tahmin ediyoruz. Bu rakama Ege Bölgesi dışında üretim yapan ekipman üreticileri de dahil. Birkaç ay içinde Ege İhracatçı Birlikleri bu konuda bizimle özet bir bilgi paylaşacaktır.

Birliğin kurulma çalışmaları yıl sonuna kadar tamamlanır mı?

Yıl sonuna kadar çok ciddi yol alınmış, rakamlar ve organizasyon netleşmiş olur diye düşünüyoruz.

Bu birlik ile sektörde taşlar yerine oturacak diyebilir miyiz? Bu oluşumu milat olarak kabul edebilir miyiz?

Evet kabul edebiliriz. Biz buna ‘derlenme’ dönemi diyelim. Örneğin; İzmir Ticaret Odası’nda bir meslek komitesi kurulması düşüncesi vardı. Çünkü Yenilenebilir Enerji Komitesi diye bir komite yok. Artık tüm odalarda, yenilenebilir enerji özelinde meslek komitelerinin kurulması ve aktif olması gerekiyor.

İzmir’in rüzgâr enerjisi başta olmak üzere yenilenebilir enerji ekipmanlarında kümelendiği görülüyor. Bu başarıyı uluslararası ölçeğe taşıması için nasıl bir yol haritası belirlemesi gerekiyor?

Biz ENSİA olarak kurulduğumuz 2016’dan bugüne, İzmir Kalkınma Ajansı ile beraber ‘Rüzgârın Başkenti İzmir’ mottosunu kullanıyoruz. Türkiye’deki rüzgâr enerjisi kurulu gücünün yüzde 20’si İzmir’de. Rüzgâr enerji santrallerinde ana aksamlardan birisi türbin kanadı. Şu an Türkiye’de kanat üretimi yapan üç firmanın dört fabrikası var, dördü de İzmir’de üretim yapıyor. İzmir, bu yönüyle dünyada nadir şehirlerden biri. 3 tane kule ve 1 tane jeneratör fabrikamız ile rüzgâr enerjisi sektörü sanayisinin yoğunlaştığı bir şehrimiz var.  Amerika ve Almanya’da fabrikalar hep farklı şehirlere dağılmış durumdadır. Bu özeliği ile İzmir yetişmiş mühendis ve ara işgücünün de kümelendiği  bir şehir.

Türbinin toplam üretimdeki payı nedir?

Rüzgâr türbinleri için; kaba bir hesapla, yüzde 25’i kanatlar, yüzde 25’i kule, yüzde 25’i nasel grubu, yüzde 25’i de temel, elektrik bağlantısı gibi diğer kısımlar oluşturuyor diyebiliriz. Türkiye’deki üretimin hepsi İzmir ili sınırlarında yapılabiliyor. Ana aksam üretiminde, 5 bin 500 kişiden fazla doğrudan istihdam var. Kanat üretimi biraz daha özen gerektiren bir konu. Belli bir altyapı ve tecrübeli işçi de gerektiriyor. Mesela çelik imalatı yapacaksanız bunu

illerimizde de yapabilirsiniz. Ancak kanat üretimi dediğiniz zaman bunun için tecrübeli bir ekip gerekiyor. Bu da İzmir sınırları içinde mevcut. Bundan sonra da altyapıdan ötürü ‘Ben rüzgâr türbini yapmak istiyorum’ diyen yerli veya yabancı bir yatırımcı gelecekse, yüzde 99 İzmir’e gelecektir.

Kule kısmına bakarsak, Türkiye’nin en büyük yerli firması, tamamen yerli sermaye olan ENSİA kurumsal üyesi Ateş Çelik firması İzmir-Çandarlı’da faaliyet gösteriyor. Yine kule üretiminde faaliyet gösteren Güney Kore’nin dünya devi firması CS Wind Aliağa Organize Sanayi Bölgesi’nde faaliyet gösteriyor. Türkiye’deki kule üretiminin belki yarısı bu bölgelerde üretiliyor diyebiliriz.

Türkiye olarak mevcut üretim kapasitemiz ne ölçüde yeterli? Sadece iç pazarın talebine yetebilecek bir güçte miyiz?

Bütün firmalarımız hali hazırda ihracat yapıyor. Pazardaki gelişmelere bağlı olarak bazen ihracat, bazen iç pazar odaklı bir durum var. Ancak yatırım gelme aşamasındaki asıl hedef iç pazar oluyor genellikle.

 

 

alper kalaycı- seda gök 2

“Hedef, iç pazar” dediniz. Şu anda sektördeki toplam üretim kapasitesi özelinde baktığımızda ne kadarlık bölümü iç pazar ne kadarı ihracat odaklı?

Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destekleme Mekanizması (YEKDEM) kapsamında yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen elektriğin alım garantileri dolar cent üzerinden hesaplanıyordu ve fiyatlar yüksek seviyedeydi.  Haziran 2021 itibariyle fiyatlar bir tık aşağı çekildi ve TL’ye dönüldü. Artık bugünlerde yeni santral kurduğunuz zaman aldığınız yerli katkı payı çok daha düşük. Yerli katkı payının yüksek olduğu, yani YEKDEM’in popüler olduğu günlerde üretimin büyük kısmı Türkiye pazarına gidiyordu. YEKDEM’in değişmiş olması Türkiye pazarında önümüzdeki dönemlerde bir kısım yavaşlamaya sebep olacaktır.

‘YEKDEM’den taviz vermeyeceğiz, gerekirse teşvik mekanizmalarını devreye alacağız’ denilmişti.

Devam ediyor ama rakamlar TL’ye döndü. Taviz şöyle verildi; bu mekanizma devam ediyor ama garanti rakamlar ciddi şekilde azaldı. Şu an bu güneş enerjisinde garanti fiyat %67, yerli katkı payı %83, Rüzgâr enerjisinde garanti giyat %40, yerli katkı payı %70 mertebesinde azaldı.

Yani on birim teşvik alıyordunuz, şimdi üç-dört birim teşvik alıyorsunuz. Bu arada tüm bu teşviği santrali kurup, elektriği satan firmalar alıyor. Biz üretici olarak bir teşviği almıyoruz. Yerli aksamı kullanan yatırımcı firma, yerli malı kullandığı için elektriğini daha yüksek fiyattan satabiliyor. Bu da üretici firmaların pazarını açıyordu. Yani, direkt üreticilere bir teşvik yok, elektrik satan yatırımcı firmalara teşvik vardı. YEKDEM’in 1 Ocak 2021 itibarıyla biteceği, 2017’den itibaren belliydi. Ama yerine nasıl bir mekanizma kurulacağı konusunda belirsizlik hakimdi. Pandemi yüzünden sistem altı ay uzatıldı ve 30 Haziran 2021’de tamamlandı. Geçen yıl ve bu yılın ilk yarısında bu teşvik mekanizmasını yakalamak için pek çok şirket çok hızlı bir şekilde santrallerini devreye almaya başladılar. Üretim ve montaj hızı arttı. Herkes eski fiyatları yakalamak için türbinini monte etti. Şimdi de biraz durağan bir döneme gireceğiz. 2022 yılında da bu nefeslenme döneminin süreceğini söyleyebiliriz.

Türbin konusunda belli bir doygunluğa ulaşıldı. Sektör bundan sonra daha ziyade teknoloji ve Ar-Ge odaklı bir yapıyla mı ilerleyecek?

Ar-Ge anlamında Türkiye’nin biraz daha cezbedici olması lazım. Türkiye’nin bu konuda bir cezbediciliği çok fazla yok. Türkiye’de rüzgâr enerjisi konusunda ana üretici olarak tek Ar-Ge şirketi de İzmir’de faaliyet gösteriyor. İspanyol-Alman ortaklığı olan Siemens & Gamesa, Ar-Ge şirketini İzmir’de kurdu. Ama bunu zorunluluktan yaptı. YEKA 1 ihalesini kazandılar ve ihale kapsamında belli bir sayıda eleman çalıştıracağınız, belli bütçenizin olacağını söz verdiğiniz bir Ar-Ge şirketi kurmanız gerekiyordu. Bu şirket de zorunluluk kapsamında kuruldu. Zorunluluk da olsa, ülkemiz için çok büyük bir kazançtır.

Amaç öncelikle pazarı büyütmek olmalı…

Ar-Ge kısmı için konuşuyorum. Çünkü her firmanın kendi patentleri, ürünlerine göre farklılıkları var, kendilerine özel çözümleri var. O yüzden Ar-Ge özelinde firmaların bir araya gelmesi, ana üreticilerin bir araya gelmesi çok zor. Başka platformlarda, ki ENSİA da bu platformlardan bir tanesi, bir araya gelelim, kanun koyucu gözünde projeler üretelim, teşvik mekanizmalarıyla ilgili bilgilendirmeler yapalım konularında bir araya geliniyor. Ama ürün geliştirme anlamında firmaların bir araya gelmesi çok zor. Hatta firmalar aynı yerlerde, yakın lokasyonlarda bile olmak istemiyorlar. Nedeni ise aralarında çok keskin bir rekabet olması.

Bu alanda İzmir’in eksiği var mı?

İzmir olarak bence bir eksiğimiz yok. Altyapımız güzel, liman altyapımız güzel ama yetmemeye başlıyor. İzmir Limanı ve Aliağa Bölgesi’ndeki limanları kastediyorum. Artık rüzgâr türbinleri ölçek anlamında büyümeye başladı. Kanatlar 80 metrelerin üzerine çıkıyor, kuleler daha da büyüyor. Bir de Türkiye’de şu an tamamen dokunulmamış bir pazar olan off-shore dediğimiz denizüstü RES yatırımı tarafı var. Bu konuda tam anlamıyla sıfır noktasındayız. Türkiye olarak bu noktaya çok dikkat etmeli ve odaklanmalıyız. Bir rüzgâr türbinini denize kurduğunuz zaman denizdeki rüzgâr çok daha yüksek hızda ve düzgün formatta geliyor. Karaya kurduğunuz zaman dağlar, tepeler, evler, vadiler nedeniyle rüzgâr türbülanslı geliyor. Bu yüzden karasal kısımda belli bir büyüklüğün üzerine çıkmanız zor veya kuleyi çok yüksek yapmanız gerekiyor. Ama denizde dümdüz bir alandasınız. Çok temiz, yani türbülanssız rüzgâr alabiliyorsunuz. Bu yüzden deniz üzerinde daha kısa kule ile daha büyük türbinler kurabiliyorsunuz. Bunun yüzlerce örneği Kuzey Denizi’nde ve Baltık Denizi’nde var. Rüzgâr ne kadar düzgün gelirse aldığımız verim o kadar artar. Denizüstü santrallerde daha büyük kanatlar kullanılabiliyor fakat daha büyük kanat yapmak daha fazla lojistik, daha geniş yollar, daha uygun altyapı gerektiriyor. Bu nedenle bu tip üretimleri direkt deniz kıyısında yapmak zorunda kalıyorsunuz.

Ege, Akdeniz ve Karadeniz; derin denizler olmaları nedeniyle bugüne kadar denizüstü RES kurulumuna sahne olamadı. Ama teknoloji baş döndürücü hızla ilerliyor. Artık deniz tabanına çakılı olmayan yüzer denizüstü rüzgâr türbinleri üretiliyor. Bu da çevremizdeki denizlerdeki potansiyelin gerçekleşmesine yardımcı olacaktır.

ÇANDARLI LİMANI, RÜZGÂR’DA İHTİSASLAŞSIN

Bu noktada lokasyon olarak nereye odaklanmalıyız?

Bu noktada Çandarlı Limanı’na odaklanmalıyız diye düşünüyorum. Yakın zamanda Resmi Gazete’de kuruluşu açıklanan ve kısa adı BASBAŞ olan Batı Anadolu Serbest Bölgesi girişimi var. İzmir’de 30 yıllık serbest bölge deneyimi olan ESBAŞ’ın bu yatırımı Kuzey Ege için hayati önemde. 2022 sonuna doğru BASBAŞ’ta parsel verilebiliyor konumda olacaklarını düşünüyorum. O bölge düz bir bölge. Çandarlı Limanı’na mesafesi kuş uçuşu yaklaşık 5 kilometre. Kendi limanı yok ama hiç şehir trafiğine girmeden düz bir istikamette direkt Çandarlı Limanı’na ulaşma şansınız var. Bu durum yatırımcı için büyük bir avantaj.

Bu anlamda yeni üs Kuzey Havzası’nda orası olacak diyoruz o halde…

Kesinlikle. Bir de Çandarlı Limanı’nın içerisinde muhtelif bölgeler planlanıyor. Aslında yurt dışında, özellikle Avrupa’da bu şekilde planlanan limanlar var. Yani bir liman var, limanın içerisinde kanadı üreten, kuleyi üreten şirketler var. Denizüstü türbinlere servis hizmeti verecek firmalar var. Bunlar limanın içinde pozisyon alıyor. Çandarlı Limanı, temeli 2011’de atılan bir yatırım. 10 yılda arzu edilen tamamlanma oranına ulaşamadı. Çok kısa vadede de devreye alınamayacak bir liman olduğu anlaşılıyor. Ama bu liman, bir konteyner limanı vasfında değil de bu tip üretim ve servis odaklı olarak düşünülse o bölgeye çok ciddi yatırım çekilmesi mümkün olabilecek.

Plan, rüzgâr enerjisine yönelik ihtisaslaşan bir liman olması yönünde mi?

Yani böyle bir şey olursa çok şık olur. İzmir’de mühendislik ve işgücü anlamında çok ciddi bir altyapı var. Bu şehir bu yatırımı kaldırabilir. O işi yapabilecek mühendisi, yöneticiyi, işçiyi bulup, orada bir araya getirip üretim yapabilirsiniz, her türlü servis ve bakım hizmetlerini verebilirsiniz. Sadece Türkiye pazarı için değil, tüm Akdeniz ve Karadeniz havzası için bir üretim merkezi olabiliriz. Çünkü şu an Akdeniz ve Karadeniz derin denizler olduğu için değerlendirilmemiş bir potansiye sahip. Avrupa’da Baltık ve Kuzey Denizi tarafı yoğun. Çünkü oralar daha sığ denizler. Yüzer temelli bir rüzgâr türbini yaptığınız zaman derinlikten bağımsız oluyor ve büyük avantaj sağlıyorsunuz. Bu konudaki teknoloji büyük bir hızla gelişiyor ve deneme türbinleri şu an çalışmakta.

Yatırım maliyeti nasıl oluyor?

Arada çok ciddi bir fark yok. Bu teknolojini gelişmesine birkaç sene var. Bu teknoloji tam oturduğu zaman Akdeniz ve Karadeniz pazarı adeta patlayacak. O zaman da İzmir her iki pazarın ortasında bir pozisyonda ve bir liman şehri, aynı zamanda ciddi bir üretim altyapısı ve birikimi olduğu için dünyanın sayılı merkezlerinden biri olabilir. Akdeniz’e bakarsak; İtalya’da, Fransa’da, Yunanistan’da üretim yapmanın hiçbir mantığı yok. Tüm üreticiler Avrupa ülkelerindeki tesislerini kapatıyorlar, bu pazarlardan çıkıyorlar. Avrupa ülkeleri üretim yapmak için ideal mekânlar değil. Belki Romanya gibi ülkeler olabilir. Ama Türkiye bu anlamda ciddi bir mukayeseli üstünlüğe sahip. Pazarın tam ortasında ve ciddi bir know-how ile yarışa üç beş adım önde başlayabilir.

İşgücü maliyeti açısından da rekabetçi miyiz?

Evet. Kur seviyelerine baktığınız zaman asgari ücretimiz Çin ile baş başa gidiyor. Dünyanın en ucuz işçiliği olan ülkelerinden biri konumundayız.

Avrupa pazarının kapanmasının nedeni maliyet odaklı mı? Yoksa farklı unsurlar var mı?

Maliyet de bir unsur ama Avrupa pazarının da doygunluğa erişmesinin önemli etkisi var. Mesela Danimarka merkezli Vestas, Avrupa’daki üç fabrikasını kapatıyor. Demek ki bu ürün artık daha fazla satılamıyor. Belli ölçeğin altındaki tesislerin hepsi kapatılıyor. Çünkü orada üretim yapmanın da mantığı yok. Bir de karasal türbin pazarı artık Avrupa’dan kaymaya başlıyor. Denizüstü olarak da Avrupa’nın kuzeyi iyi giderken, güneyde pazar sıfır. Karadeniz’de yine sıfır.

Ukrayna uygun bir yer bunun için ama mesela Ukrayna’da türbin kanadı yapacak bilgi birikimi, yetişmiş işgücü yok. Rüzgâr türbini kulesi, jeneratörü yapacak know-how da yok. Orada bu işi yapacaksanız her şeye sıfırdan başlamanız lazım. Ama İzmir’de bunu yapmak istediğiniz zaman zaten bir altyapı var. Liman memurunun türbin kanadının ne olduğunu biliyor olması bile önemli. Gümrük muhafaza memuru neden bahsettiğinizi biliyor. İşçiliğin pahalı olmadığını düşünerek Romanya veya Makedonya’da da yapabilirsiniz bu işi ama oralarda böyle bir altyapı yok.

Kanat üretimi özelinden baktığımızda kilogram başı ihracat birim değerimiz nedir?

Türkiye’nin genel olarak 2020 yılında ihracat rakamı kilogram başına 1,01 dolar idi. Bir kanat modelinin kilogramını ortalama 10-11 dolara satıyoruz.  Yani Türkiye ortalamasının 10 katını konuşuyoruz. Özellikle petrol kökenli hammadde fiyatlarında çok büyük artışlar var. Otomatik olarak kanat fiyatına yansıyor. Döviz bazında temin ettiğimiz temel bazı kimyasal girdilerimizde şu an yüzde 50’den daha fazla ödüyoruz. Bu da önümüzdeki günlerde kanat gibi aksam fiyatlarını ve günün sonunda türbin fiyatlarını etkileyecektir.

Hammadde temininde sıkıntı yaşıyor musunuz?

Hammadde fiyatları arttı ama Türkiye özelinde firmaların üretimini durduracak ve fabrikalarını kapatmalarına neden olacak bir sıkıntı olmadı. Daha zorlu günlerden geçiyoruz. Önümüzdeki dönemde de bu devam bu edecek. Sıkıntı bizi öldürmedi ama zorladı. Şu an süreç ile baş edebiliyoruz.

Bu sürecin önümüzdeki yıla yansıması nasıl olacak?

Kuraklık, iklim krizi, orman yangınları… Bunlar, hem ülkemizde hem de tüm dünyada çok güncel bir konu. Cumhurbaşkanımız, Paris Anlaşması’nı Meclis’e taşıyacağını söyledi. Aslında Türkiye bu anlaşmayı imzaladı, ama henüz Meclis’ten geçirmedi. Bu tip konular gündemde. Orman yangınları gündemde. Bunların hepsi aslında baktığınız zaman hoş olmayan konular olmakla beraber aynı zamanda temiz enerji üretiminin önünü açan gelişmeler. Avrupa Birliği Yeşil Mutabakatı da birçok koldan sektörün önünü açacak gelişmeleri barındırıyor.

Biz buna hazır mıyız?

Bence altyapı anlamında yani üretim, montaj, devreye alma, işletme anlamında sıkıntımız yok. Elektriksel altyapı ve elektriği dağıtmak anlamında biraz daha kendimizi geliştirmemiz lazım. Ülke olarak hala kayıp-kaçak oranlarımız çok yüksek. Trafo merkezlerimizin kapasiteleri çoğu yerde yeterli değil. İşte orada alt yapı ön plana çıkıyor. Özellikle denizüstü rüzgar santralleri için de karada trafo merkezlerinin planlanması ve devreye alınması çok önemli.

Yabancı yatırımcının sektöre ilgisi ne boyutta? Önümüzdeki dönemde şirket birleşmeleri, şirket alımları konusunda herhangi bir refleks bekliyor musunuz?

Özellikle rüzgâr enerjisi tarafında şirket birleşmeleri geçtiğimiz on yıl içerisinde yoğun bir şekilde gerçekleşti. Konsolidasyon süreci tamamlanmak üzere diyebiliriz. Yabancıların ilgisi kesinlikle var. Bu ilgi artmaya da devam edecek. Günün sonunda yabancı veya yerli yatırımcı, para kazanabilecekse bir işe girer, kazanamayacaksa girmez. Teşvik mekanizmaları, kolaylaştırıcı bir bürokrasi ile yatırımcıların gözünde cazip bir ülke olabilmek önemli. Türkiye’deki faizlerin yüksek olması yatırımcıyı finansal anlamda çok zorluyor ve uygun yerli finans kaynaklarını bulamamak işi zorlaştırıyor. Ama günün sonunda rüzgâr ve güneşten, diğer tüm kaynaklara göre daha ucuz rakama elektrik üretebiliyorsunuz ve yatırımınız sonunda kâr elde edebiliyorsunuz.

2022’ye yönelik öngörüleriniz nedir?

2022 senesi rüzgâr enerjisi sektöründe bir nevi rahatlama yılı olacak.

Niye rahatlama yılı olacak?

YEKDEM bitiyor baskısından ötürü herkes canhıraş bir şekilde “İznimi alayım, türbinimi dikeyim” diye çok yoğun bir dönemden geçti. Mesela ben 5 tane rüzgâr türbini dikmeyi düşünüyorum. Bir türbin dikip devreye aldıktan sonra tüm santralimi YEKDEM kapsamına sokabiliyordum. O yüzden bazı firmalar da o birer türbinlerini diktiler. 2021’in kalan zamanında da kalan türbinleri dikiyorlar. EPDK tarafından lisanslanmış proje hacmi azaldı. Türkiye’nin kurulu gücü 1500-2000 MW iken 10-11 bin MW civarı verilmiş lisans vardı. Hatta o zamanki yetkililer, “Biz 10 bin MW lisans vermişiz, 2 bini yapılmış, 8 bini yapılamamış. Aslında ortada lisans var. Lisanslar gerçekleşemiyor, proje stoğunda sıkıntı yok” diyorlardı. Bugün kurulu güç olarak 10 bin MW’ı geçtik. Ama üretim lisansı miktarı 12.300 MW. Yani lisanslanmış proje stoğu bitmeye yaklaştı. Yeni dönemde direkt lisans başvurusu alma yerine YEKA projeleri ile devam edilecek. Şu ana kadar yarışmaları sonuçlanmış 2.000 MW rüzgar enerjisi YEKA projesi var. İlk türbinlerin 2022 sonu, 2023’de devreye girebileceklerini düşünürsek, 2022 yılı bir soluklanma yılı olacak diyebiliriz.

NEFESLENECEĞİMİZ BİR DÖNEME GİRİYORUZ

2022 senesi rüzgâr enerjisi sektöründe bir rahatlama yılı olacak. Sektörün nefesleneceği, dinleneceği bir dönem olacak. Çünkü şu anda YEKA ihalelerine yöneldik. YEKA1 ve YEKA2, 1000’er MW olarak yapıldı. Fakat bunlar 2022’ye yetişmeyecek. 2023’te devreye girmeye başlayacaklar. Lisanslı proje stoğumuzun da çok azalması, sektörde 2021 yılında bir küçülmeye neden olacak.