“BEYİN SAĞLIĞI İÇİN ÖNCELİKLE İŞ BARIŞI SAĞLANMALI”

SEDA-2

 

–Tüm dünyada 22 Temmuz Dünya Beyin Günü olarak kutlanıyor. Bu kapsamda Türk Nöroloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Şerefnur Öztürk, genel merkezlerinde TİCARET Sohbetleri köşemin konuğu oldu.

İş yapma yöntemi ve şartlarının değiştiği günümüzde beyin sağlığı konusunda neler yapmamız gerektiği konusunda bilgi veren Prof. Öztürk, “Beyin sağlığı için öncelikle iş barışı sağlanmalı” diyor. Ofis ortamlarının beyin sağlığındaki önemini anlatan Öztürk, bu konuda yapılması gerekenleri, “İş hayatında stres çok önemli bir faktör. Tamamen stressiz bir ortam insanın hayatında olamaz elbette ve hafif bir stresin aslında beyin sağlığını korumada daha etkin olduğu kabul ediliyor ama sürekli bir depresyon ya da ağır stres zararlı bir faktör. O yüzden de iş barışının sağlanmış olması gerekiyor. Beyin sağlığı için öncelikle iş barışının sağlanmış olması gerekiyor diyebiliriz. İş ortamının kişinin fiziksel aktivitesini koruyacak şekilde düzenlenmiş olması lazım. Yani ara verebileceği, hafif de olsa fiziksel aktivite gösterebileceği bir ortamın oluşturulmasında yarar var. Ağır iş ritmi içinde ara verip, kendini rahatlatabileceği, yine stresin giderilmesinde ve beynin farklı alanlarının çalıştırılmasında işyerinde küçük hobi odalarının oluşturulmasının çok yararı olacağını düşünüyorum. İş yerinde görsel uyaranların olması lazım. İş yerinin sadece duvar ve masalardan oluşmaması lazım. Beyin farklı şeyler görmek ister; duvarlarda tablolar görmek ister, süs eşyası görmek ister. İş yerinde beyni uyaracak farklı objeler bulundurulmalı ve bunlar zaman zaman değiştirilmelidir. İş yerinde hafif bir müzik ve koku son derece önemli. Koku, kişiyi çok iyi hissettiren ve yaptığı işi de hafızasına yerleştirmesinde yardımcı olan bir etmendir. Kokuyla birlikte yaptıklarını da hatırlıyor kişi. Beynin algı boyutlarını kullanmak lazım” diye anlatıyor.

Beyin sağlığında Akdeniz Diyeti’nin önemine de vurgu yapan Türk Nöroloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Şerefnur Öztürk, beyin sağlığı için spor yapmayı, müzik dinlemeyi ve yabancı dil öğrenmeyi öneriyor. Öztürk ile Türkiye’nin beyin sağlığı gerçeğini, bu alanda yapılması gerekenler üzerine konuştuk.

 

Türklerin nörolojik haritasına baktığımızda ülkemizde en fazla hangi nörolojik hastalık görülüyor? Bu hastalıklar Türkiye’de kaç milyon kişiyi etkiliyor?

Nörolojik hastalıklar bütün dünyada çok yaygın. Çünkü nörolojik hastalıklar, yaş ile birlikte sıklığı artan bir hastalık grubu. Yaşla birlikte beyin yaşlanıyor, beyin hücreleri azalmaya başlıyor, damarlar yaşlanıyor, damar sağlığının bozulması her sistem gibi en fazla beyni etkiliyor. O yüzden biz deriz ki, “Siz damar sağlığınız kadar gençsiniz”. Damarlarınız ne kadar gençse, beyniniz o kadar genç. Damarlarınız ne kadar sağlıklıysa, beyniniz de o kadar sağlıklıdır. Bu kesin kuraldır, kanıtlanmış bir bilgi.

Dünyada yaş artıyor, yaşam beklentisi artıyor. 78’lere çıktı yaşam yılı beklentisi bütün gelişmiş ülkelerde, ülkemiz de bu kapsamda sayılabilir. Dolayısıyla benzeşen ekonomik koşullar, benzeşen yaşam tarzı, benzeşen beslenme özellikleri gibi nedenlerle artık hastalıklar neredeyse bütün ülkelerde benzer dağılımlar gösteriyor. Çünkü bir fast-food beslenme bütün dünyada olduğu gibi ne yazık ki ülkemizde de çocukluk çağından itibaren çok yaygın olarak kullanılıyor. Eski sebze yemekleri, bol meyve tüketimi vardı. Fiziksel egzersiz, hareket, beyin sağlığı için de son derece önemli, genel sağlık için de son derece önemli ama değişen koşullar ülkemizde de bütün dünyada olduğu gibi fiziksel aktiviteyi son derece azalttı. Hemen hiç birşey için insanların hareket etmesi gerekmiyor. Özellikle bu çocukluk çağında da son derece önemli. Çocuklar oyun oynamıyor, artık sokak oyunu, çocuk parkında oynamak diye bir konsept neredeyse yok. Okullarda çok acıdır ki, beden eğitimi dersleri gereksiz görülüp, veliler tarafından bin birtürlü şekilde atlatılmaya çalışılıyor. Çocuk bu derslere girmesin, onun yerine otursun yüz tane test çözsün isteniyor. Bunlar çocuğu çok sağlıksız bir geleceğe hazırlıyor. Ne yazık ki öğretmenlerimiz de bu konuda belki yeterince direnemiyorlar. Direnmeleri gerekir. Bir gencin yetişmesi sadece teorik bilgi donanımı ile olmaz, bedenini eğitmesi, bedeninin de kendisi ile birlikte gelişmesi gerekir. Sağlıklı yaşamayı öğrenmesi gerekir. Öğretmenlerin bu konudaki rolü son derece yüksek, annelerin rolü çok çok önemli. Alzheimer’ı bile önleyebilmek için çocuk yaştan itibaren sağlıklı bir şekilde beslenmek, sağlıklı bir şekilde yaşamak, fiziksel aktiviteyi zengin tutmak, çevreyle ilgiyi, sosyal ilgiyi zengin tutmak gerekiyor.

Beyin yaşlanmasını genellikle yaşlılıkta görülebilen bir durummuş gibi algılıyoruz ama gençlerde de görülebilir mi? Elektromanyetik aletlerin yaydığı dalgalar, uykusuzluk, değişen yaşam biçimi gibi faktörler gençlerde de beyin yaşlanmasına neden olabiliyor mu?

Bu durumu beyin yaşlanması olarak açıklayamayız ama genetik olarak geçen bazı hastalıklar var ki, erken yaşta demans çıkması söz konusu olabiliyor. Örneğin;  biz 65 yaş üzeri ve daha geç yaşlarda demans beklerken, 40’lı, 50’li yaşlarda demans görebiliyoruz. Ama bunların genetik geçiş formları farklı. Ailesel özellikleri var, genetik olarak edinilmiş olmaları söz konusu. Birtakım toksik maddelere maruziyet söz konusu. Damar sağlığı çok kötü bir kişiyse, hiperlipidemisi kan yağları yüksek, damar çeperi beslenmeye yetmiyor, pek çok yerde tıkanıklıkları var, kalp hastalığı var, kötü takip edilmiş bir diyabeti varsa, bu kişide beyin yaşlanmasının da çok daha erken olacağı açık.

Ancak sizin söz etiğiniz yoğun çevresel uyarı, akıllı telefonların, cihazların, bilgisayarların yoğun bir şekilde kullanımı beynin verimli bir şekilde kullanılmasını, beynin olması gerektiği gibi organize bir şekilde çalışmasını engelleyebilir. Akıllı telefonlarda örneğin; elektronik oyunların çok fazla oynanması beynin bazı bölgelerini çok fazla uyararak; dikkat eksikliği, öğrenme eksikliği, öğrenmede zorluk, anksiyete, huzursuzluk, kişilik değişiklikleri, uykusuzluk, özellikle gece yatmadan önce bilgisayar, Ipad, akıllı telefonlar gibi aletlerin kullanılması uyku kalitesini son derece kötü yönde etkileyebiliyor. Uyku ise, öğrenmenin gerçekleştiği çok önemli bir dönem. Gün içinde öğrendiklerimizi iyi bir uykuyla gece pekiştiriyoruz. Yatmadan en az bir saat önce bu teknolojik aletlerin kullanımı bırakılmalı. Sadece içerik uyarıları değil, aynı zamanda kullanılan aletin yaymış olduğu ışık düzeyi de beynin uyarılmasını yani uykuyu geciktirmeye neden olabiliyor.

Çağımızın getirdiği birtakım avantajlar da var. Bütün bu teknolojik aletler aynı zamanda avantaj da sağlıyor. Burada bilinçli tüketici olmak son derece önemli. Neyi, nasıl kullanacağını, doğru şekilde kullanacağını bilmek gerekiyor. Doğru şekilde kullanıldığında, beyinde pek çok alanı geliştire de biliyor ama günde belli saatlerde, denetimli olarak bir eğiticinin; anne-öğretmen yani çocuğun veya gencin yetişmesinde söz sahibi olan kimse veya yetişkinin kendisi, kendine bir sınır koyabilmeli. Yoksa bulunduğumuz çağ, sosyal medyadan uzak kalmamıza ne yazık ki izin vermiyor. Çok bilinçli bir şekilde, belli saatlerde, çok abartmadan, uyarı düzeyini artırmadan yapmak gerekiyor. Şöyle çalışmalar da var; elektronik oyunlar ile büyümüş, bu oyunlarda deneyimi olan cerrahlar, robotik cerrahide çok daha başarılılar. Bu da bir avantaj.

Bu durumda bilgisayar oyunlarını bir zihin antrenmanı olarak kabul edebilir miyiz?

Bilinçli kullanıldığı takdirde kabul edilebilir. Hatta şimdi rehabilitasyonda kullanılan bilgisayar programları var. Yani yaşlı rehabilitasyonunda, zihinsel rehabilitasyonda, demans rehabilitasyonunda, birtakım nörolojik hastalıkların rehabilitasyonunda çok başarılı bir şekilde kullanılan bilgisayar programları var beyin yolaklarını çalıştıran, entegrasyonlarını kolaylaştıran. Çünkü beynin o yönde düşünmesi bile extremitenin o yönde daha iyi hareket etmesini getirebiliyor. Bu artık sportif faaliyetlerde bile kullanılan bir yöntem. Fakat hep aynı tür oyunu oynamışsanız, gereğinden fazla oynamışsanız, o oyun sizde daha çok gerginlik, anksiyete, bir tükenmişlik duygusu yaratıyorsa tabii ki bu yararlı bir aktivite gibi sayılmaz ama elektronik ortamda çok da bilinçli seçilerek zihinsel aktivite yapılabilecek programlar da var.

Beyni en çok genç tutan aktiviteler nelerdir?

En çok beyni genç tutan; elle yapılan, bizzat işin içinde, hayatın içinde yapılan aktiviteler. Örneğin; topraktan seramik yapan, elleriyle hayatını kazanan bir zanaatkar, çok ileri yaşlara kadar beyin sağlığını diğer kişilere göre çok daha avantajlı bir şekilde koruyabiliyor. Çünkü el, göz, beyin entegrasyonu son derece önemli. O yüzden biz çocukların, gençlerin gelişirken aynı zamanda beden eğitimi, sosyal hobiler, el işi, müzik alanlarına da eğilmelerini önemsiyoruz. Beyni koruyabilmek, geliştirebilmek için en önemli yollardan biri müzik. Bir müzik aleti çalmaya çalışmak, ünlü biri olmak zorunda değilsiniz, çok iyi çalmak zorunda değilsiniz ama çalmaya çalışmak bile beyinde pek çok bölgeyi aktive ediyor. Çok net gösterilmiş ki, müzik eğitimi alan gençler matematikte daha başarılı oluyor. Çünkü müzik ve matematik beyinde benzer yerleri paylaşıyor. Aynı zamanda müzik, eski hatıraları çağırıyor, yeni hatıraların yerleşmesini sağlıyor. Müziğin de mutlaka eğitimde yer alması gerekiyor. Müfredatta kesinlikle müzik, beden eğitimi, resim yer almalı. Gençlerin beyin sağlığını korumak ve geliştirmek için bu şart.

Daha çok hangi meslek grupları erken beyin yaşlanması riski altında?

Tek düze, hep aynı işi yapan, farklılıklarla karşılaşmayan meslek grupları elbette daha fazla risk altında. Sosyal bağlantıları zayıf kişiler daha fazla risk altında. Entelektüel rezervi zayıf yani hayatı boyunca farklı deneyimler yaşamamış kişiler daha fazla risk altında.

Beslenme tarzının da beyin yaşlanmasını geciktirmede önemli bir faktör olduğunu düşünürsek, beyin dostu diyebileceğimiz yiyecekler hangileridir? Uzak durmamız gereken gıdalar hakkında bilgi verir misiniz?

Beyin sağlığını koruyan, her türlü ilaç, vitamin vs. den daha fazla, kesin olarak, etkin olarak koruduğu gösterilen diyet; Akdeniz Diyeti.  Akdeniz Diyeti kesinlikle beyin sağlığını koruyor, beyin yaşlanmasını geciktiriyor. Akdeniz Diyeti’nde daha çok sebze, meyve, balık, kuruyemiş cinsi baklagiller, et ve yağ oranı daha düşük olan gıdalar, taze meyve suları yer alıyor. Özellikle de kırmızı ve mor meyveler. Bunlar antioksidan maddeler içeriyor ama her türlü meyve ve sebzeyi tüketmek gerekiyor. Bunun yanı sıra hamurlu gıdalarla ve karbonhidrattan zengin beslenmenin beyin yaşlanmasında negatif bir rolü var. Çünkü ülkemizde hipertansiyon çok yaygın, kan yağlarının yüksekliği çok yaygın. Neredeyse 5 kişiden 1’inde kan yağları yüksek. Hipertansiyon çok daha yaygın, yüzde 40’larda hipertansiyon oranımız var. Bu ülkemizin beslenme alışkanlığına bağlı biraz da. Karbonhidrat, yağlı gıda, tuz çok tüketiyoruz. Örneğin; tuz, hem hipertansiyon gelişiminde hem de diğer hastalıkların gelişiminde çok negatif bir faktör. Balık tüketimini özellikle vurgulamak istiyorum. Haftada iki kere yağlı balıklardan ama yağda kızartılmamış, kendisi yağlı balıklardan ızgara ya da haşlama şeklinde tüketilmesi gerekir. Balık tüketiminin gerçekten yararı olduğu kanıtlanmış. Onun dışında hareket etmek çok önemli. Haftada en az üç kere, orta tempoda yarım saat yürüyüş yapmanın çok yararı olduğu gösterilmiş durumda. Okumak, yazmak, yeni bir dil öğrenmek son derece yararlı bir aktivite. Çünkü beyindeki pek çok bölgenin aktifleşmesini sağlıyor. Ayrıca, eş-dost ile görüşmek, arkadaş gruplarıyla bağlantıları en etkin şekilde sürdürmek çok önemli. Kasabalarda, köylerde yaşlılarımız gider kahvede biraz zaman geçirirler. Bu onları çok koruyan bir şey. Yalnız kalmak, kimse ile iletişim kurmamak demansı çok hızlandıran bir faktör. Yani kahvenizi bir kişiyle, sohbet ederek içmek bile demansı azaltıyor şeklinde yazılar çıktı.  

Kahvenin beyin sağlığı için faydası var mı?

Evet, faydası var. Günde üç fincan ya da üç bardak kahve beyin sağlığını koruyor. Çay yine koruyucu bir içecek, aşırı miktarda tüketilmemek kaydıyla. Kalp sağlığı yerinde olan, çok uykusuzluk sorunu olmayan kişiler günde kaç bardak çay içecekleri noktasında kendi limitlerini belirleyebiliyorlar. En az üç bardak tüketmenin faydalı olduğunu biliyoruz.

22 Temmuz Dünya Beyin Günü’nün bu yıl ki gündemi İnme. İnmede trombolitik tedavide onam formu zorunluluğunun kaldırılması ile ilgili Sağlık Bakanlığı ile görüşmelerinizden sonuç alabildiniz mi, hangi aşamada?

Sağlık Bakanlığı ile şu anda protokoller hazırlıyoruz. İnme hastası, evinden fark edilip de telefon ettiği andan itibaren hastaneye gelip, etkin trombolitik tedavi yapılana kadar neler yapılmalı, hangi basamaklar hangi şekilde izlenmelinin bütün protokollerini yapıyoruz. Türk Nöroloji Derneği, Sağlık Bakanlığı ve Beyin Damar Hastalıkları Derneği.

Onam, etik olarak normalde hastayı koruması gereken bir prosedür ve girişimsel bir işlem, hastaya zarar verme potansiyeli olan bir işlem yapacaksanız hastanın birinci derece yakını daha doğrusu hukuksal yetkilendirilmiş bir kişiden onam almak zorundasınız. Ama o sırada hukuksal işlemi yapamadığınız için birinci derece yakınından alıyorsunuz.

İnmede trombolitik tedavi, çok zamana bağlı bir tedavi. Her geçen 5 dakika, bize son derece zaman kaybettiren bir süreç ve trombolitik tedavi artık bütün dünyada uygulanan, hastaya zarar verme oranının son derece düşük olduğu yani 100 hastaya trombolitik tedavi verdiğinizde ilk üç saat içinde, sadece iki hastanın zarar görme potansiyelinin olduğu bir tedavi. Bu tedavi ilk 4,5 saat içinde verilirse, neredeyse yüzde 30’lara varan hastanın gerçekten ciddi oranda yarar göreceğini gösteren bir sonuçtayız. Ne kadar erken tedavi yapılırsa, büyük ölçüde düzelme oranı da artıyor. Yani kesin olarak etkinliği kanıtlanmış ve zarar verme potansiyeli de düşük olan bir tedavi. Çalışmalar gösterdi ki, hastaya trombolitik tedavi verdiğinizde ya da vermediğinizde ölüm oranları değişmiyor. Bu hastayı öldüren bir tedavi değil. Hastalar hastaneye geldiği zaman, diyelim ki pnömoni oldu. Burada yapılacak her türlü tedaviyi kabul ediyorum diye genel bir onam formu imzalıyor zaten. Çünkü tedavi olmaya gelmiş hasta. Ona vereceğimiz her sıvı için, her antibiyotik için, her damar yolu için onam alamazsınız. Bu son derece vakit kaybettireceği için çok gereksiz bir uğraş. Artık trombolitik tedavinin de bu şekilde bir onamın içine girmesi gerekiyor. Yani hasta, hastaneye geldiğinde zaten bir form imzalıyor. Ben burada yapılacak tedavileri onaylıyorum şeklinde. Genel bir onam var zaten.

Ayrıca hangi durumlarda onam alıyoruz? Biz hastaya bir ameliyat yapacaksak, bir girişimsel zarar potansiyeli olan bir işlem yapacaksak o zaman onam almak zorundayız. Bu doktoru da koruyan bir şey, hastayı da koruyan bir şey. Ama bu durumda bu artık kanıtlanmış bir tedavi, rutin bir tedavi, artık aleyhinde düşüneceğimiz hiçbir şey yok, yani bir antibiyotik vermek kadar doğal bir tedavi. O zaman onam formu ile vakit kaybettirecek bir tedavi değil.

Bu konuda Sağlık Bakanlığı’nın yaklaşımı nedir?

Sağlık Bakanlığı da bunun üzerinde düşünecektir, henüz bir yorum almadık ama şimdi protokol oluşuyor. Protokolü Sağlık Bakanlığı’ndan arkadaşlarımız da inceleyecektir. Yani Sağlık Bakanlığı inme konusuna çok aktif, hassasiyetle ve ülkemizde bu sorunu çözmeye yönelik olarak yaklaşıyor. Biz bundan çok mutluyuz, çok güzel bir işbirliği içindeyiz şu noktada. O yüzden de gelecekte pek çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de onam formu işinin kalkacağını düşünüyoruz. Çünkü böyle bir durumda kişiler kendileri de karar vermek istemiyor. Hastanın yanında olan kişi bu sorumluluğu almak istemiyor.

Sağlık Bakanlığı’nın özellikle inme ile ilgili son dönemdeki politikalarını çok olumlu görüyoruz. Gerçekten bir şeyler yapılmak isteniyor bu alanda. Komisyonlar ve kurullar oluşturuldu, Türk Nöroloji Derneği ile etkin bir işbirliği içindeler. Biz de bu işbirliği içinde olmaktan memnunuz. Çünkü bu ülkemizde çok ciddi bir problem. Örneğin; geçen yıl Türkiye’de bir yılda 40 bin kişi inme nedeni ile kaybedilmiş durumda. Bu trafik kazalarından ve kanserlerden de neredeyse daha fazla. Ciddi bir kayıp söz konusu. Bunun ölüm oranı olduğunu düşünürseniz ve yaklaşık üçte bir oranında hastanın kaybedildiğini düşünürseniz yani yılda en az 120 bin kişi inme geçiriyor. Bunların üçte biri bağımlı kalıyor, yani 40 bin kişi de bağımlı, yani şu anda rehabilitasyon alıyor. İşini gücünü göremiyor. Hayatına devam edemiyor. Evde bakım halinde. Bu ne demek? İş yükü kaybı, artı ona bakan kişilerin de iş yükü kaybı demek. İndirekt maliyetler bu nedenle son derece yüksek.

Bu konuda rakam var mı?

Yaklaşık 2 bin TL ile 3 bin TL arası hastalarımızın akut dönemde bize geldiğindeki maliyeti yani ilk dönem tedavi maliyeti. Sonrasında daha çok indirekt maliyetler işe karışıyor. Hasta maaşını kaybediyor, iş üretemiyor. Dünyada nörolojik hastalıklar, iş gücü kayıplarının yüzde 12’sini oluşturuyor, oldukça yüksek bir oran. Türkiye’de ise, bu konuda yapılmış net bir istatiğimiz yok. Biz öyle bir çalışmanın içine de girdik, Türkiye Nöroloji Atlasını oluşturmaya çalışıyoruz. Önümüzdeki yıllarda bu konuda veriler verebileceğimizi umuyoruz. Şu anda ölüm kayıtları, hastane verileri daha çok ama maliyet giderleri şu anda kesilmiş değil.

Peki bir tahmin yürütmenizi istesek, dünyadaki bu rakama, yüzde 12’ye yakın mı Türkiye’deki rakamlar?

Tabii ki yakın, hatta daha bile fazla olabilir. Yurtdışında hasta bir bakımevine konuluyor ve orada bir bakımevi maliyeti var. Bizde ise iki-üç kişinin işini gücünü bırakması ve bu hasta ile ilgilenmesi nedeniyle yani hastaya yakınları, akrabaları baktığı için onların da iş verimleri kesinlikle düşüyor. Bu nedenle indirekt maliyetler bizde çok daha yüksek olabilir, dünya standartlarının üstünde diyebiliriz. Rehabilitasyon olanaklarımız şu anda istediğimiz düzeyde değil, artırılması gerekiyor. Bu kişilerin evlerine, işlerine bir an önce geri dönebilmesi için çok etkin rehabilitasyon almaları ve uğraş tedavisi almaları gerekiyor. Bazı alanlar ülkemizde eksik, uğraş tedavi alanları. Örneğin; fizyoterapist sayısı yeterli değil, özellikle nöroloji servislerinde fizyoterapistlerin olması son derece önemliyken şu anda yok ve hastaların rehabilitasyonunda bu faktör son derece önemli. Sosyal hizmet uzmanları bu hastaların işlerine ve hayatlarına tekrar dönebilmeleri için çok önemli. Konuşma terapisi alanında çok yetersiziz, çok yetersiz insan gücü var. Bu alanda çok fazla çalışana ihtiyacımız var. Bütün bunlar da hastanın işine ve hayatına dönmesini zorlaştıran faktörler.

Türklerin nörolojik haritasına baktığımızda ülkemizde en fazla hangi hastalık görülüyor?

Evet, en fazla inme görülüyor. Dünyada ve ülkemizde sıklık sırasına bakarsak, baş ağrıları görülüyor. Türkiye’de baş ağrısı oranı yüzde 40-50’lerde. Baş ağrısı oranı çok yüksek. Baş ağrısı da toplumsal bir yük oluşturuyor tabii ki ama inme kadar oluşturmuyor. İnme en yaygın ve sakat bırakan hastalık grubu. Demans yine aynı şekilde son derece yaygın, ileri derecede kayıplara yol açan bir hastalık grubu. Epilepsi üzerinde stigmalar, yanlış düşünceler, inanışlar var. O nedenle epilepsi hastaları kendilerini gizlerler. Hâlbuki iyi tedavi edilmiş bir epilepsi hastası her şeyi yapabilir; aile kurabilir, iyi bir iş sahibi olabilir, hayat için her türlü planı yapabilir. Yeter ki doğru bir şekilde tedavi edilebilsin. Yine Parkinson hastalığı sık görülen hastalıklarımızdan. Özellikle ülkemizde akraba evlilikleri çok yaygın olduğu için nöromüsküler hastalıkları çok sık görüyoruz. Nörolojik hastalıkların ortaya çıkma oranının azaltılabilmesi için ülkemizde yaygın olan akraba evliliklerinin oranının da azalması gerekiyor. Bu konuda bilinci artırmak gerekiyor.

Eklemek istedikleriniz…

Beyin sağlığı çok önemlidir. Her 6 kişiden biri inme ile karşılaşabilme riskine sahiptir. Eskiden olduğu gibi tedavisi zor bir hastalık değildir. İnme tedavi edilebilen bir hastalıktır. İnmede en önemli faktör zamandır. O yüzden de biz ‘zaman beyindir’ diyoruz çünkü her geçen dakika çok sayıda beyin hücresinin kaybına neden olur. İnme belirtileri fark edildiği anda hiç vakit kaybetmeden 112’yi aramalarını istiyoruz. Çünkü 112 nereye götüreceğini biliyor. Kendi araçları ile geleceklerse de nöroloğun bulunduğu bir sağlık merkezine hızla gelmelerini istiyoruz.  

PROF. DR. ŞEREFNUR ÖZTÜRK-1

 

Türkiye’nin Nöroloji Atlası hazırlanıyor

“Bu çalışma şu anda pilot çalışma aşamasında ve tamamlanmak üzere. Pilot çalışmayı 5 bölgede gerçekleştiriyoruz . Ama bittiğinde bütün bölgeleri kapsayacak bir çalışma olacak. Pilot çalışmanın sonuçlarını bu seneki Türk Nöroloji Kongresi’nde paylaşmayı umuyoruz. Türkiye genelindeki çalışmayı ise, bir yıl sonra tamamlamayı hedefliyoruz. 2019’da elimizde Türkiye verilerinin olacağını umuyoruz, 2019’a kadar tamamlanması bekleniyor.”