“AB’NİN İNŞAASI, ‘KARTTAN ŞATO’YA DÖNÜŞMEMELİ”

SEDA GÖK-BAHADIR KALEAĞASI

Tüm dünyada değişim süreci yaşanıyor.  Bugün küreselleşme, 4.0 Sanayi Devrimi, yeni teknolojiler, yapay zeka ve dijital çağın demokrasisine doğru evrim içindeyiz.

Avrupa Birliği (AB),  Avrupa toplumlarının küresel duruşuna yanıt vermek için başlamış bir proje. İşte bu duruş, koşulların değiştiği 21. yüzyıla da yanıt verebilirse bir anlamı olacak.

TÜSİAD Genel Sekreteri, Paris Bosphorus Enstitüsü Başkanı ve Business Europe (Avrupa Özel Sektör Konfederasyonu) Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Bahadır Kaleağası, bunun olmaması halinde, durumu “Eğer olmaz ise, o zaman yapılan inşaat, karttan şatoya dönüşür” diye anlatıyor.

Avrupa Komisyonu’nun Mart ayında AB’nin geleceğine yönelik 5 senaryodan oluşan bir politika belgesi yayınladığını belirten Kaleağası, Türkiye için en iyi olanın aslında AB içerisinde de büyük oranda önde olan ‘Esnek Entegrasyon’ olduğunu söylüyor.

Kaleağası ile; AB’nin geldiği noktayı, dünyadaki değişimin birliğe yansımasını, siyasi-ekonomik-sosyal açıdan AB’nin geleceğini ve Türkiye’nin bu süreçte neler yapması gerektiğini konuştuk.

 

-Avrupa Komisyonu, Mart ayında AB’nin geleceğine yönelik 5 senaryo içeren bir politika belgesi yayınladı. Bu senaryolar arasında AB’nin daha derin yani federe bir yapıya doğru yönelmesi, sadece tek pazar olarak varlığını devam ettirmesi ya da bir çekirdek grubun daha ileri entegrasyon için adım atacağı çok katmanlı bir model haline gelmesi gibi farklı tercihler bulunmakta. Sizce nasıl bir yapı ön plana çıkar? 

Türkiye için en iyi olan ve aslında AB içerisinde de büyük oranda önde olan ‘esnek entegrasyon’ senaryosu… Bu aslında eski bir konudur. 1990 yılında Avrupa’da Soğuk Savaş Dönemi sona ererken, dönemin AB Komisyonu  Başkanı Jack Delors’un kurduğu Stratejik Araştırmalar Kabinesi’nde genç bir araştırma görevlisi idim. O yıllarda Delors, Fransa Cumhurbaşkanı Mitterrand ile Almanya Başbakanı Kohl’ün düşüncesi “Avrupa’da geniş bir çember olsun, konfederal Avrupa olsun; çünkü Avrupa’da artık yeni bir dönem başlıyor; dünyada da demokrasi, liberal ekonomi ve sosyal devlet modeline gidiliyor; bu nedenle entegrasyon sürecini Avrupa’ya yayalım. Hem derinleşme hem genişlemeyi birden yapalı; tüm Avrupa geniş bir çember olsun; merkezinde de o zamanın Avrupa Topluluğu üyeleri 12’leri federasyon haline getirelim; 2-3 çemberli Avrupa olsun” idi.

Hatta Jack Delors ‘değişken geometrili Avrupa’ terimini kullanıyordu. Ancak dönemin İngiltere Başbakanı olan Margaret Thatcher buna karşı çıktı ve o iş olmadı. Aslında gel zaman git zaman fiilen bu oldu. Analiz yalınlığı adına Avrupa’nın gelecek senaryolarını Latince olarak 4 başlıkta özetliyorum.

-Bu dört senaryo nedir?

 

Birincisi “Europa Mercatus”; Yani Pazar Avrupası En başından beri Avrupa’da birlik süreci ortak pazarın paylaşılan menfaatleri üzerine kuruldu. Bugün yarım milyarlık nüfus, yüksek eğitim seviyesi, 13 küsur trilyon Euro’luk yıllık gelir ve dünya ticaretindeki yüzde 20’lik payı ile AB bir küresel ekonomik dev. Hızlı yükselen Çin gibi ülkelerin de en önemli ekonomik ortağı. AB pazarı standartlarını tüm dünyaya ihraç ediyor. Kendi içinde tüketici hakları, gıda güvenliği, ulaştırma ve çevre gibi birçok alanda vatandaşlarına ileri yaşam kalitesi sağlıyor. Hukuk devleti zırhı ile korunan bu pazar Avrupa’nın hizmet sektörü, e-ihale, dijital ekonomi gibi alanlardaki eksiklerini tamamlayarak genişlemek AB’nin en temel gelecek senaryosu olmaya devam ediyor.

İkincisi, “Europa Nostra”, ‘Bizim Avrupa’, Federal Avrupa,… Yine en başından beri AB’nin kurucu babalarının vizyonu, ekonomik entegrasyon başarısı sayesinde siyasi federal birlik hülyasıydı. AB bu yönde birçok alanda ulusüstü niteliklerini pekiştirerek gelişti. Brüksel’deki AB Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu’nun yetkileri zamanla arttı. AB hukuku, ulusal hukuk sistemlerine karşı üstünlük kazandı ve üye ülkelerin veto yetkileri kısıtlandı. Fakat AB halen bir ABD gibi federal yapı sahibi değil. Ne var ki küresel rekabet ortamı bir taraftan, Euro Bölgesi’nin yapısal yönetim sorunları diğer taraftan AB’yi çok daha sıkı bir siyasi birlik olmaya zorluyor. Kısacası ekonomik bir hükümet oluşturalım.

Üçüncüsü, “Europa Progressio”… İlerleyen Avrupa… Sorunları ve fırsatları dikkate alan, pragmatik çözümlerle gelişen bir siyasi yapı. Bir önceki anlattığım iki eğilimin birleştiği alan. Değişken geometri. Çok çemberli Avrupa da diyebiliriz. Hâlihazırda fiilen AB içinde farklı entegrasyon grupları var. Euro, sosyal politika, savunma işbirliği ve Schengen. Her ülke hepsinin üyesi değil. Kurumsal mühendisliği daha iyi yapılacak bir sistem mümkün. Bu senaryoda mevcut AB, tek pazarı, ortak politikaları ve demokrasi gücü ile güçlenmiş bir geniş çember oluşturur. Buna bugünkü 28 ülke ve ötesindeki coğrafya dahil olur. Bunlar arasında İngiltere, İsveç, Norveç, Türkiye, Bosna Hersek ve Sırbistan gibi Euro Birliği koşullarına teknik olarak hazır olmayan ülkeler sadece bu geniş çember AB’de yer alır. Almanya, Fransa, Hollanda ve İtalya’nın başını çektiği Euro grubu ise daha sıkı bir birlik olan çekirdek AB’yi oluşturur. Kısacası; Avrupa durmasın, ilerlesin.

AB’nin yeni ülkelere genişlemesine tepkili ülkelerin kamuoyunda da tartışma ortamı rahatlar. Küresel rekabet gereği, AB genişleyecek fakat merkezdeki Euro Bölgesi dar bir grup olarak kalacak” söylemi bir süre baskın çıkar. Bosphorus Enstitüsü’nün son toplantısında da hem AB hem de Türk resmi ve ekonomik çerçevelerinde bu yaklaşım öne çıktı.

Dördüncü olasılık ise “Europa et Cetera”. “Avrupa vs…” Sorunlarını aşamayan, durumu idare eden AB. Bu sadece Avrupa ve Türkiye değil; başta ABD, Japonya, Rusya ve Çin, tüm dünya ekonomisi için çok olumsuz olur. Mutlaka daha birçok etkeni dikkate almak gerek. Hem AB, hem de Türkiye için zamanı iyi kullanma zamanı hızla akıyor. Yıllar öncesinden bir söz akla geliyor. “İnsanlar ve ülkeler bilgece davranmaya başlarlar, eğer tüm diğer seçenekleri tükettilerse.”

Esnek entegasyon yani Europa Progressio, Türkiye’nin AB üyeliği fizibilitesini tekrar mümkün kılıyor. Türkiye bir dönem ‘Olmayacak duaya amin mi diyoruz?’ dedi. Ama artık dua olmaktan çıkıyor, fizibilitesi olan bir konuya dönüyor.

Türkiye gibi büyük ama sorunları olan bu tarz ülkeler koşulları yerine getirirse, -kaldı ki Türkiye bir dönem bu konuda oldukça ilerleme kaydetmişti-, o çizgi yakalanırsa o zaman üyeliği mümkün kılıyor.  AB içindeki genişlemeye olan korkuları da aşmak kolay oluyor. Çekirdek Avrupa var. Türkiye gibi ülkeler ‘Esnek Avrupa’ içinde olarak birliğin artılarından da yararlanabiliyorlar.

-Bu dediğiniz model, sınıfsal ayrışmayla Avrupa Birliği’nin varoluş felsefesi ile çelişmiyor mu?

Tabi ki 30-40 ülke bir araya gelip federal bir yapı oluştursa bence de daha etkili olur. Ancak burada mesele sınıfsal bir yapı değil. Herkes para birimi içinde olmak istemiyor veya buna hazır değil. İstemiyorsa, istemiyordur. İsteyenler, koşulları yerine getirirse Euro Bölgesi’ne girebilecek.

-Bu modeli, AB kurumları ne ölçüde benimseyecek?

Kurumlardan çok başkentlerin benimsemesi önemli.  Berlin, Paris, Roma ve Madrid buna öncülük yapıyor. ‘En olabilir’ bu diye ilerliyorlar. Fiilen ‘Çemberler Avrupa’sı zaten var, sadece kurumsal mühendisliğini daha iyi yapma egzersizi yaşanıyor.

O zaman AB’nin dağılma tehlikesinden çok bir kimlik bunalımı ve kendi fiziki ve yönetsel sınırlarını tanımlama krizi içerisinde olduğunu söylemek çok daha doğru olabilir mi?

Hayır. Sınırlardan çok kurumsal işleyişte reform süreci yaşanıyor. Kurumsal mekanizmayı mevcut gerçeklere daha fazla uydurma süreci işliyor.

-Ama bu süreçte dünyada birçok yeni kavramla karşı karşıyayız.

Haklısınız. Bunlar yapılırken dünyada da dijital devrim, 4.0 Sanayi Devrimi, küreselleşme ve popülizm gerçeği var. AB ile ilgili her konuyu bu küresel devrimin süzgecinde irdelemek daha doğru. Aynı zamanda küresel yoksulluk, iklim değişikliği, terörizm ve dezenformasyon, sorunları da var. 5-10 yıl içinde konuştuğumuz konular radikal değişmiş olacak. Yeniden yapılanma döneminde, bu başlıklarla dünyayı ele aldığımızda değişimin yapısı da değişiyor.  Artık Kuantum mantığındayız. Bilgisayar teknolojisine bakın, bugüne kadar programlama bir ve sıfır üzerin. Evet-hayır. Kuantum mantığı karar almayı etkileyecek, bir şey hem sıfır hem bir olabilecek. İş dünyasından, kamu yönetimine, sağlıktan, enerjiye her alanda olasılıklar ve sonuçlar sınırsız geniş bir kapsamda belirlenebilecek.

AB’nin kurumsal yeniden yapılanma çalışmaları aslında bu bütünün parçası. Almanya Başbakanı Angela Merkel ile Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da belki bir reforma gidebilirler. Önce küreselleşmeyi çok iyi yönetmeleri gerekiyor. Aksi takdirde arkadan gelen aşırı popülist dalgalar merkez siyasete hakim olur ve Avrupa demokrasisi liberal ve sosyal demokrasi sentezini kaybedebilir. O zaman bambaşka bir dünyaya gideriz. Gerçek ötesi siyasetin isitismar edildiği bir yapı gelir. Popülizmin arttığı, yeni teknolojilerin de muhafazakâr ve totaliter sistemin hizmetinde olduğu bir düzene gidebiliriz.

Sosyal güvenlik sistemleri, akıllı kentler, enerji politikaları, nesnelerin internetine bağlı vatandaş-devlet ilişkisi, güvenlik, sağlık politikaları… Bugün o kadar çok konu var ki AB’nin nasıl işleyeceği sadece bunların içinde bir kurumsal güzergahdır. 

-Yani buzdağının görünen kısmı da diyebilir miyiz?

Evet

-O zaman Biz bu birliğin parçasıyız, bizi farklı bir noktaya koyuyorsunuz’ demeyecekler mi? İşin tam göbeğinde olanlara ‘Sen artık kenarda ol’ dediklerinde buna tepki verilmeyecek mi?

Doğru. Böyle bir dışlanma konusunda mesela Polonya tepki verdi. Birtakım ülkeler daha çok federasyon istiyor. Katılmak istiyorsan, koşulları belli, yerine getirirsen içinde olursun. Yasak yok. Aslında tam tersi isteniyor. AB üyesi ülkeler, bu konuda alakart bir tavır sergilemesi hususunda olmasın deniliyor. Ana hedefi kabul etsin ama geçici bir süre çok vitesli ilerlesin ama her zaman hedef daha fazla entegrasyon olsun isteniyor.

Bugün Bulgaristan, makro-ekonomik yapısını düzeltirse, para birimine girmek isterse önünde engel olmayacaktır. Ama koşullarını yerine getirmeleri gerekiyor. Ülkelerin ekonomilerini iyi yönetmeleri gerekecek. Bir ülkenin hükümeti “hem borçlanırım, hem enflasyonu kontrol altına alamam” diyecek ve bir taraftan da ‘beni Euro Bölgesi’ne al’ diyecek. Bunu söylemeye hakkı yok. Burada esnek çemberde olmayı tercih edeceklerdir.

-Yani bile bile kabul edecekler.

Evet.

-Peki, Türkiye nerede olmak ister?

Türkiye zaten ilk başta Euro Bölgesi’ne giremez. Bu nedenle esnek çemberde olması daha kolay. Burada esas olan; bütün ülkeler Avrupa Birliği’nin üyesidir. Kopenhag demokratik kıstaslarına ve tek pazara uyum içindedir. Karar kurumlarında tam üye olarak temsil edilir. Ancak bir de derin bir Euro Bölgesi vardır. Oraya üye olmak ikinci bir aşamadır.  Şu anda görünen Türkiye esnek çemberde çok daha rahat yer alabilir. Ama o günkü Türkiye’deki siyasi irade, ‘Euro Bölgesi’ne gireceğim’ derse ve bunun teknik koşulların da yerine getirirse, tabii ki Euro Bölgesi’ne girebilir. Böylece sorun kademeleniyor ve aslında dramatikliği azalıyor.

-Peki, bu süreçte müktesebat ne olacak?

Para birimini ilgilendiren müktesebat tabii ki müzakere konusu değil. Para birliği, vergi birliği, bankacılık birliği ileri aşamalar.

·AB için en önemli unsurların başında 2017 yılı boyunca farklı Avrupa ülkelerindeki seçimlerde belirlenecek yeni siyasi aktörlerin AB bütünleşmesi konusundaki tutumlarının geldiğini söylememiz mümkün. Bugün Fransa’da Marine Le Pen ve Hollanda’da Geert Wilders gibi aşırı sağcı liderler AB şüpheciliği, yabancı düşmanlığı ve küreselleşme karşıtlığı içeren söylemleri ile AB’nin geleceği için tehlike oluşturuyor mu? Bu liderler seçim söylemlerinde bunları kullandılar ama şimdiye ve geleceğe baktığımızda yansımaları nasıl olur? Eylülde de Almanya’da yapılacak seçim merakla bekleniyor. Bu seçimlerin ve söylemlerin AB yansıması sizce nasıl olur?

Dünya ciddi bir ekonomik krizden geçiyor. Sanayi devrimi bu süreci karmaşıklaştırıyor. Orta vade parlak ama kısa vadede engeller var. 20. Yüzyıl sonundaki kısmen aşırı liberal politikalar Batı demokrasilerinde yolun sonuna geldi.

ABD, Fransa ve Hollanda seçimlerinde, doğru olmayan birtakım gerekçelere dayanarak siyasi tutum alınabildiğini gördük. Yalan yanlış bilgiler dolaşabiliyor. Aslında internete girip bir araştırma yapılsa bunun böyle olmadığı görülecek. Dolayısıyla orada ciddi ve doğru yönetilmesi gereken paradoks var. Eğer şimdiki kuşak politikacılar daha kapsayıcı ve sürdürülebilir bir kalkınma için bu fırsatı değerlendiremezlerse, bir sonraki seçimlerde daha keskin popülist dalgalar Avrupa siyasetinin merkezine gelir. Bu dünyadaki diğer otoriter eğilimlerle de birleşince sosyal ve liberal demokrasi için Avrupa’nın kendini yenileme ve devam etme zorluğu çok büyür. Ciddi bir risk oluşur.

AB, dijital devrim ve 4.0 Sanayi Devrimi’ne,  bu sorunlara çözüm getirebilirse, başarılı ve muteber olmaya devam eder.  Yoksa anlamını yitirir. Çünkü AB; Avrupa ülkelerinin ve halklarının küresel dönüşüm ve küresel değişim karşısındaki yanıtı idi.

-AB’nin varoluş yani ana felsefesinden de uzaklaşmamak gerekiyor.

Tabii ki, varoluş nedeni bu. Ama varoluş nedeninin ortamı değişti. O zaman yeni ortama uyması lazım. Artık dünyada rekabet çok büyük. AB bugün çok yakın kurduğu ilişkiler ağı ile en büyük güç olmaya devam etmek istiyor. Bütün dünya ülkeleri ile derin ekonomik işbirliği anlaşmaları yaptığını görüyoruz. Japonya, Latin Amerika, Hindistan, Güney Kore, Çin ve Uzakdoğu ile serbest ticaret anlaşmaları yapıyor. Transatlantik Ortaklık Anlaşması Trump nedeniyle suya düştü ama o başka bir şekilde gene olur.  Tabi küreselleşme de buna uygun zemin sağlıyor.

AB, bugün şirketleri, devletlerarası anlaşmaları, serbest ticaret anlaşmaları, dijital dönüşüm ve dünya ile daha iyi entegrasyon sağlayarak kendini gene üstte tutuyor.

·Bunun yanında, AB’nin değişen kurumsal yapısı içinde demokratik açık ya da meşruiyet açığı olarak adlandırılan sorun gelmekte.  Halkla bütünleşmeyen bir AB eleştirisi yapılıyor. Bu konudaki tespitlerinizi alabilir miyiz?

Küreselleşme ve liberal ekonominin sosyal devleti koruyarak dönüşümü iyi yönetememesi nedeniyle siyaset ile halk arasındaki kopukluğun ve popülizmin Avrupa düzeyine yansıması söz konusu. Zaten merkez siyasete bir tepki var. Popülist yaklaşımlar var. Bu süreç ‘Anti Avrupa’ olmak adına yapılan bir hareket değil. Siyasette biriken memnuniyetsizliğinin halklarda yansımasıdır.

Avrupa Birliği,  Avrupa toplumlarının küresel duruşuna bir yanıt verdiği için başlamış bir projedir. 21. yüzyılda da bu duruşa yanıt verebilirse bir anlamı olacak. Ama 21. yüzyılın koşulları çok değişti. Derin bir küreselleşme, dijital ve sanayi devrimi, yeni teknolojiler, yapay zeka ve dijital çağın demokrasisine geçiyoruz. AB bu süreçte eskiden olduğu gibi topluma güven verici bir yeni dönem olarak sunabilmeli. Esnek entegrasyona dayalı çemberler Avrupası da bunun bir parçası. Aksi takdirde  Avrupa’da siyasal birlik inşaat ıkarttan şatoya dönüşür.

·AB’nin ortak bir dış ve güvenlik politikası oluşturmakta zorlanması ve ekonomik gücünün yanında siyasi gücünü geliştirememesi, yani Belçika Dışişleri eski Bakanı Eyskens’in sözleri ile hala “ekonomik dev, siyasi cüce ve askeri kurtçuk” olmaya devam etmesi ve terör AB’nin karşısındaki diğer önemli sorunları olarak karşımıza çıkıyor. Ayrıca karşımızda güvenlik anlamında da artık ciddi sorgulanan bir AB var. Bu sürecin birliğin geleceğine yansıması nasıl olur?

‘Ulus devlet’ kavramı 1. Sanayi Devrimi ile tetiklenmiştir. İkinci sanayi devriminde de yerine oturmuştur. Böyle bir ortamda hep vergi ve ordu unsuru öne çıkmıştır. Küreselleşme sürecinde ulus devlet yapısında bu iki kavram önemli bir etken olmaktan çıkıyor. Bu hem fırsat hem de çok büyük bir risktir.

-Neden?

Fırsat çünkü AB siyasi bütünleşmesi için daha fazla savunma işbirliği ve vergi birliği gerekiyor. Çünkü AB’yi buna zorlayan koşullar var.  Kuantum fiziği içinde evrim geçirmesi gereken, topluma kapsayıcı bir büyüme sunmanın araçlarını geliştirmek için güvenlik ve kamu finansmanı da artık AB’nin içinde bulunduğu sorunlar galaksisinin bir parçasıdır. Bunların hepsi bir sinerji içinde götürebilecek mi, yoksa meteor fırtınaları altında sorunları yönetmeye çalışan ulus devletleri mi olmaya çalışacak? Bu çok önemli.

-Yani yol ayrımında mıyız?

Yollar ayrımında… Kozmik olarak bakmalıyız. Bunun yukarısı, aşağısı, sağı solu da var. Tek bir düzlem yok.

-Bütün bunların içinde Türkiye ne yapmalı? Adaylık planımızda revizyon mu gerekli?

Olaylar artık Kuantum odaklı gelişiyor. Türkiye her alanda yapması gereken her şeyi yapmalı.  Kendini güçlendirmeli. Sonrasında AB üyeliği zaten kendiliğinden gelecektir. Türkiye’nin petrolü, doğalgazı, nükleer silahı, finansman derinliği ve derin bir teknolojisi yok.

O zaman yakın geçmişe bakalım: Türkiye ne yaptı da güçlendi? Demokrasi, insan hakları, özgürlük ve AB sürecini iyi kullanmak… Türkiye’nin milli menfaatleri ve uluslararası güç kaynakları budur. Ne kadar özgürlükler toplumu olursa, güçlü demokrasisi olursa o kadar yaratıcı girişimci ve sosyal ilerlemeci bir toplum olur. Bu alanlarda ilerlerse, dış politikada, terörde, ekonomide rekabette güçlü olur. Ne zaman Türkiye bu alanlarda ileri gitti ise o zaman güçlü oldu. Bu alanlarda ileri gitmediğimizde işte o zaman Türkiye her alanda kaybetti ve rakipleri kazandı. Bu formülü 21. yüzyıl koşullarına uyarlamak lazım. Çok daha fazla dijital dönüşüm, daha iyi bir eğitim, eksi birinci sınıftan itibaren iyi bir İngilizce eğitimi, iyi kodlama, iyi genel kültür, iyi sosyal sorumluluk, engin bireysel özgürlükler…

AB ve küresel rekabette Türkiye’nin en büyük gücü olacaksa, o da her alanda özgürlükler toplumu olmalıdır. Hukuk da bunu korumanın bir aracıdır. Gerisini zaten Türk toplumu yapar. Milli menfaatimiz özgürlükler toplumu ve bunu koruyan iyi bir hukuk devleti olmaktır.

Gümrük Birliği(GB) sürecinde revizyon çok ağır ilerliyor. Türkiye, GB ve AB sürecinde nasıl bir tutum sergilemeli?

GB,  Türkiye’nin önünde eylem planındaki önemli unsurlardan birisidir. Tam üyelik süreci iki tarafın da hatalarından dolayı iyi işlemiyor. Sorunlar varsa sürecin iyi işlememesi, sorunun bir parçasıdır.

Türkiye’deki hukuk ve demokratik ortamda olağanlaşma olmadan, AB’ye tam üyelik sürecini olağan kılmak mümkün değil. Fiili bir donma var ve bunda her iki tarafın da hatası var.  Bunu resmileştirmemek her iki tarafın da önemli görevidir.

İlişkileri etkinleştirmeye hazır bir şekle getirerek yol alınabilir. Ama askıya alınırsa çok zordur. Fiili donma durumu varken, ilerlenmesi gereken bütün alanlarda ilerleyelim.  Üyelik sürecini daha kötüleştirmeden biraz bekleyelim. Türkiye de, AB de, ve de Dünya değişim sürecindeler. İyi ilerlemiyorsa müzakereler, birazcık durduralım ama resmi olarak askıya almadan bunu yapalım.

Gümrük Birliği’nin güncellenmesi, hizmetler, kamu ihaleleri, Türkiye’nin Avrupa’nın iç güvenlik sistemine dahil olmak, teröre karşı müdahale, göç yönetimi, sığınmacı başlığı, biyometrik pasaport ile Türk vatandaşının dolaşması, enerji ve ulaştırma politikaları daha fazla işbirliği, NATO üyesi ülkesi olduğumuzu unutmadan tüm dış politikamızı iyi götürmek… Orta Doğu’da etkili olmak fakat asla Ortadoğululaşmamak.

Tüm dünya ülkeleri ile siyasi ve ekonomik anlamda daha güçlü ve derin ilişkiler içinde olmak ve bu sayede Avrupa’da da güçlü olmak. Avrupa’da da güçlü oldukça, dünyada da güçlü olmak… Türkiye, Avrasya ekseninde çok iyi yükselmelidir. Türkiye Avrupalı olmalı, Avrupa’nın Avrasya etki noktası olmalıdır.