Dirinler Döküm A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Melih Dirin, kızı Ecz. Ceren Dirin Ağırdil ve ailenin 17 aylık en küçüğü olan torun Ada; bu sayıda KUŞAKTAN KUŞAĞA köşemizin konuğu oldular.
Aile şirketi özelinde birlikte çalışmaya devam eden baba-kız, girişimcilik ruhu ile sağlık alanında yeni yatırım hayallerini paylaşıyorlar ve torun Ada’yı birlikte büyütmenin mutluluğunu yaşıyorlar.
İzmir’de sanayici olmanın önemine vurgu yapan Melih Dirin, “İzmir, yine İzmir, hep İzmir!” diyor. İş dünyasının genç temsilcilerine tavsiyelerde de bulunan Dirin, “Genç arkadaşlarıma tavsiyelerim, öncelikle yapacakları işi iyi seçmeleri ve seçtikleri işi sevmeleridir. Sevdiğin zaman her şeyi başarabilirsin. Yılmamaları gerekiyor. Kolay sanayici olunmuyor. Bunun için çok çalışmaları lazım. Sabretmeleri, yaptıkları işi kaliteli yapmaları, planlı hareket etmeleri gerekiyor” diyor.
Kendi eczanesinde toplum sağlığı özelinde de hizmet veren Ceren Dirin Ağırdil ise ilerleyen günlerde bu alanda babası ile üretim özelinde güçlerini birleştirmenin hayalini kuruyor.
Melih Bey, sizi tanıyabilir miyiz?
MELİH DİRİN: 1960 doğumluyum. Mithatpaşa Sanat Okulu’ndan tekniker olarak mezun oldum. Mesleğim; torna tesviye. Sanayiciliği, yalnızca üretim yapmak değil, sorun çözmek ve topluma katkı sunmak olarak görmeyi babamın yanında öğrendim. O sadece babam değil, aynı zamanda ustamdı. Çok iyi bir sanayiciydi. Bizleri sadece mesleki anlamda değil, hayata karşı da dayanıklı bireyler olarak yetiştirdi. Zor koşullarda nasıl ayakta kalınacağını, emeğin ve sabrın değerini, en önemlisi de başkasının işine, zamanına ve alın terine nasıl saygı duyulacağını ondan öğrendim. İş ve teknik açıdan çok şey öğretti. Ama asıl öğrettiği şey, yaptığımız işin bir kişinin değil, toplumun ihtiyacına cevap verdiği bilinciydi. Ağır sanayi makinelerinde çalışarak hem bedenen hem zihnen güçlendim. O yıllarda babam ağır taşıt tamiratı işleriyle uğraşıyordu, sonrasında makine üretimine geçti. Bu geçiş sadece bir iş kolu değişimi değil; sorun çözmekten, üretimle topluma fayda sağlamaya doğru evrilen bir anlayışın da başlangıcıydı.
Dirinler Döküm’ün hikayesi ilk nerede başladı?
MELİH DİRİN: İzmir’de Kale Arkası semtinde babamın 400 metrekarelik bir dükkânı vardı. Orada ağır taşıtların tamiratını yapardı. Daha sonra ağır sanayi için makinalar yapmaya başladı ve makine imalatını hızlandırdı. Dökümleri dışarıdan tedarik ediyorduk. Ancak zamanında ve kaliteli döküm alamıyorduk. 1970’li yıllarda Çamdibi’ndeki iş yerimize geçtik ve fabrikanın temelleri orada atıldı. Çamdibi’nde 1974 yılında dökümhane kuruldu. Gittikçe büyüdük.
Bu dönemde yaşanan her gelişme, bir yandan iş hayatının teknik zorluklarıyla başa çıkmayı, öte yandan sabırla inşa edilen bir yolculuğun değerini öğretti. Zamanında alınamayan kaliteli dökümler yalnızca teknik bir sorun değil, aynı zamanda içimizdeki “daha iyisini yapabiliriz” duygusunu tetikleyen bir ilham kaynağıydı. O koşullarda atılan her adım, sadece şirketin değil, içinde bulunduğumuz toplumun üretim gücünü artırmaya yönelik bir bilinçle atılıyordu.
Askere gittim. Askerde çok şey öğrendim. Düşünme zamanı bulabildim. ‘İleride ne olmam lazım?’ sorusunu kendime sorduğum günlerdi. Askerden döndükten sonra ‘Dökümcü olacağım’ dedim ve bu hayalimi gerçekleştirdim. Çamdibi’ndeki dökümhanede çalıştım. 90′lı yıllarda babam makine bölümünü Çiğli’deki fabrikamıza taşıdı. Ben Çamdibi’nde dökümhane bölümünde kaldım.
Zorluklarla dolu askerlik süreci, yaşamın ritmini yavaşlatarak düşünmeye alan açtı. O sessizlikte kurulan hayaller, gelecekteki kararlılığın ilk tohumlarıydı. Kısıtlı imkânlara rağmen bir yön belirlemek, sabırla bir hedefe bağlanmak ve onu gerçekleştirmek, dayanıklılığın en yalın ama en güçlü tanımıydı. Çamdibi’nde kalmayı seçmek ise bir vazgeçiş değil, ustalaşma sürecine sadakatti.
1995 yılında İzmir Atatürk Organize Sanayi Bölgesi’ne (İAOSB) ilk adım attığımızda, elimizde sadece boş bir arsa vardı ama zihnimde çok daha büyük bir resim canlanıyordu. Türkiye’de kaliteli döküm üretiminin gelişmesi için bir adım atılması gerektiğine inanıyordum. Bu inancıma dayanarak babama, ‘Modern bir dökümhane kuralım’ teklifinde bulundum. Bu sadece bir yatırım değil, geleceğe dair bir vizyondu. Kararımda nettim ama aynı zamanda şeffaftım; “250-300 bin dolarlık bir döküm enjeksiyon ocağı alacağız. Eğer başaramazsam, ocağı satarız” diyerek riskin sorumluluğunu da üstlendim. Bu dürüstlük ve kararlılık hem babamın hem de abilerimin bana olan güvenini artırdı. Onlarla detayları paylaştım, süreci birlikte değerlendirdik. Sonunda herkes, bu hayalin gerçek olması için inşaatın başlamasına onay verdi. Böylece hem bir aile kararı hem de ülke sanayisi için önemli bir adım atılmış oldu.
O yıllarda alınan bu karar hem maddi hem manevi açıdan büyük bir riskti. Ancak o riskin ardında, yalnızca kendi grubuna değil, Türkiye sanayisine nitelikli döküm sunma arzusu vardı. Topluma katkı sağlama arzumuz kaybetme korkumuza üstün gelmişti. Bu adım; kararlılığın, inancın ve topluma değer üretme hayalinin birleşiminden doğdu. Risk, yalnızca cesaretle değil, toplum yararına üretim yapma iradesiyle anlam kazandı.
Çok heyecanlandım, mutlu oldum. İnşaatın en kısa zamanda bitmesi için gece gündüz çalışıyordum. 1997 yılı şubat ayında bir gece yarısı dökümhanede üretimi devreye aldık. Tabii o dönemde sadece kendi grubumuzun ihtiyacını karşılıyorduk. Eski dökümhanede de zaten kendimize üretim yapıyorduk. Bir-iki sene sonra dışarıya açılma kararı aldık.
Bu süreç, ailemizin zorluklara karşı yılmadan, dirençle ve kararlılıkla yol almasının açık bir örneğidir. Gece gündüz verilen emek, sadece bir fabrikanın değil, bir hayalin, bir vizyonun inşasıydı. Üretimin başlaması, bir başlangıç değil; daha geniş kitlelere fayda sunma yolculuğunun ilk adımıydı.
Zamanla müşterilerden gelen talepler artmaya başladı; bu da bizi yurt dışındaki fuarlara daha sık katılmaya teşvik etti. 1999 yılında ise Almanya’da rüzgâr enerjisi alanında faaliyet gösteren Siemens’ten yüksek tonajlı bir sipariş aldık. Bu gelişme yalnızca işin büyüklüğü açısından değil, yıllar süren emeğin meyvesi olarak da bizim için çok anlamlıydı. O günlerde babamın gözlerine baktığımda, sözcüklere ihtiyaç duymadan hissettiğim bir mutluluk vardı; sevinci, sessiz ama derin bir parıltı gibi yüzüne yansıyordu.
Yıllar boyunca kurulan sistemin, gösterilen özverinin ve yapılan fedakârlıkların meyveleri yavaş yavaş toplanmaya başladı. Siemens gibi bir firmaya üretim yapmak, sadece iş dünyasında bir başarı değil, aynı zamanda Türk mühendisliğinin ve emeğinin dünyada söz sahibi olabileceğini kanıtlayan bir adımdı. Ve bu başarı, sadece bir ailenin değil, bir toplumun üreten iradesinin simgesiydi.
Bu mutluluğu hiç sözcüklerle ifade etti mi?
MELİH DİRİN: Hayır, babam duygularını sözcüklerle ifade eden biri değildi ama ben onu çok iyi tanıyordum; hislerini gözlerinden anlayabiliyordum. Hiç unutmam, bir gün bir misafirini uğurlarken ona dönüp beni kastederek şöyle demişti: “Bu var ya, bin beş yüz kişi olsa çalıştırır.” Babamdan duyduğum belki de tek dolaysız övgü buydu. O, kelimelerle değil, bakışlarıyla konuşan bir kuşağın insanıydı. Biz onun ağzından hiçbir zaman ‘Aferin’ kelimesini duymadık. Ama yüzüne yansıyan o ışıltıyla, onun mutlu ve gururlu olduğunu sezerdik.
2001 yılında babamı kaybettik. Bugün geldiğimiz noktayı görmesini çok isterdim. Dirinler Döküm olarak artık üretimimizin yüzde 90’ını yurt dışına ihraç ediyoruz. İhracat yaptığımız döküm parçalarının yaklaşık yüzde 60’ı rüzgâr enerjisi sektörüne yönelik. Bu alanda kullanılan rüzgâr türbinlerinin içinde altı-yedi farklı model bulunuyor ve biz bu özel parçaları dökümle üretiyoruz.
Bugün, en küçük döküm parçamız bir ton ağırlığında; en büyük ürünlerimiz ise 30 tona kadar çıkabilen yekpare makine parçaları, rüzgâr türbini bileşenleri ve otomotiv sektörüne yönelik kalıplar. Her biri; sabrın, mühendisliğin ve kolektif emeğin bir ürünü.
Rüzgâr enerjisi alanında ihtisaslaşmak sizin tercihiniz miydi?
MELİH DİRİN: Aslında bu alana yönelmemiz planlı bir tercihten çok, sahadan gelen ihtiyaçların bir yansıması oldu. Fuarlarda karşılaştığımız yoğun talepler, bizi rüzgâr enerjisi sektöründe daha fazla düşünmeye ve odaklanmaya itti. Sürecin doğası, bizi zamanla bu alanda uzmanlaşmaya götürdü.
400 metrekarede başlayan hikâyenin bugün geldiği noktayı rakamlarla anlatır mısınız?
MELİH DİRİN: Kuruluşumuzun ilk adımları Kale Arkası’ndaki 400 metrekarelik küçük bir dükkânda atıldı. Bugün ise Dirinler Döküm, toplam 50 bin metrekarelik bir alanda, 35 bin metrekaresi kapalı olmak üzere üretim faaliyetlerine devam ediyor. Ekibimizde 360 kişilik güçlü bir kadro çalışıyor. Avrupa pazarında özellikle Almanya, Fransa, Belçika ve ayrıca ABD ve Azerbaycan ile yakın iş birlikleri yürütüyoruz. Her biri, yıllar içinde kurduğumuz güven ilişkilerinin ve sürdürülebilir üretim anlayışımızın bir sonucu.
Yeni pazar arayışları var mı? Odaklandığınız ülkeler hakkında bilgi verir misiniz?
MELİH DİRİN: Evet, yeni pazarlara açılmak daima gündemimizde. Özellikle ABD ile pazarımızı genişletmek için görüşmelerimiz sürüyor. Tabii küresel politik dalgalanmalar, örneğin Trump Dönemi’nde olduğu gibi, bu tür açılımları zaman zaman belirsizleştirebiliyor. Ancak biz bu pazara yönelik çalışmalarımıza temkinli ama kararlı bir şekilde devam ediyoruz.
Peki farklı alanlara yönelmeyi düşünüyor musunuz?
MELİH DİRİN: Şu an için düşünmüyorum. Daha önce 12 yıl boyunca İzmir’de Levent Marina’nın işletmesini üstlendim. Bu alanın bana göre olmadığına karar verdim ve bu işten vazgeçtim. Bugün geldiğim noktada, odağımız netleşti. Döküm sektörü. Derinleşmek, daha verimli ve yenilikçi üretimler yapmak önceliğimiz. Artık dikkatimi dağıtacak alanlardan uzak durmayı tercih ediyorum.
Kızınızı bize anlatır mısınız?
MELİH DİRİN: Benim bir kızım, bir de oğlum var. Oğlum şu anda Roma’da tıp eğitimi alıyor. Sanayici bir aileden gelmelerine rağmen, her iki çocuğum da kendi yollarını çizerek sağlık sektöründe olmayı tercih etti. Ben hiçbir zaman çocuklarımı kendi mesleki çizgime zorlamadım. Zorla yönlendirilmiş bir yolun ne başarı ne de mutluluk getireceğine inanırım. Çünkü insan, ancak kendi iç sesini dinleyerek yürüdüğünde sorumluluğunu da sahiplenebilir.
Ceren’in eğitim sürecinde de aynı yaklaşımı benimsedim. Onun, önce kendi potansiyelini keşfetmesini, ardından bu potansiyeli bağımsızca yönlendirmesini destekledim. Bugün geldiğimiz noktada ise artık bu bireysel yolculukların yeniden birleştiği, bilgi ve değerlerin karşılıklı olarak beslendiği bir evreye geçtik. Artık sadece bir baba-kız ilişkisi değil; birlikte düşünen, üreten ve toplum için fayda yaratma hayalini paylaşan iki meslek insanıyız.
Ceren Hanım’da süreç nasıl yaşandı?
MELİH DİRİN: Ceren’in küçüklüğünden beri bana duyduğu bir hayranlık vardı; tıpkı birçok küçük kız çocuğunun babasına duyduğu gibi… Fabrikanın inşaat dönemlerinde, neredeyse her haftasonu onu da yanıma alır, birlikte sahaya gelirdik. Bu ziyaretler bizim için yalnızca bir iş alanı değil, aynı zamanda doğaçlama birer piknik olurdu.
O günlerden birinde, rahmetli babam biraz da serzenişle bana şöyle demişti: “Her hafta bu çocukları buraya getiriyorsun, piknik yapıyorsun; biraz da gezmeye götür onları.” Bu sözü bir dönüm noktası gibi olmuştu. O günden sonra Ceren ile birlikte farklı yerleri keşfetmeye, birlikte vakit geçirmeye başladık.
Zaman ilerledikçe, dökümhane de işler hâle geldi. Ceren büyüdü, merakı da gelişti. Birlikte İngiltere’ye makine almaya gittik. O ziyaretimizde birkaç dökümhaneyi gezmeyi planlamıştık. İngiltere’de bir fabrikanın otoparkına vardığımızda, henüz arabadan inmeden, Ceren içini çekip bana dönerek “Baba, geldik…” dedi.
O sırada henüz altı yaşındaydı ama dökümhanelerin kendine has kimyasal kokusunu o kadar iyi tanıyordu ki, burnunun ayırt ettiği o koku, bizim yıllarca birlikte ördüğümüz bir yolculuğun sessiz ama güçlü tanığı olmuştu.
CEREN DİRİN AĞIRDİL: Göztepe’de oturuyorduk. Yaz tatilleri benim için dinlenme zamanı değil, çalışmanın farklı yollarını keşfetme dönemiydi. Uykulu gözlerle sabah 7.40 vapuruna biner, fabrikaya gelirdim. Her yaz, yaşımın elverdiği ölçüde farklı departmanlarda görev alırdım: Bir ay muhasebede, bir ay pazarlamada, bir ay üretimde…
Zamanla büyüdükçe üretim alanına da adım attım. Döküm sürecinde kullanılan, özel şekilli kum kalıplar, yani maçalar yapmaya başladım. Muhasebe bölümünde fotokopi işlerini üstlendim, dosyalamaya yardım ettim. Daha dokuz yaşımdayken Excel programını kullanmayı öğrendim ve bugün hâlâ kendi işimde o becerileri etkin bir şekilde kullanıyorum. Bazen eşime gülerek soruyorum: “Sen yedi yaşında ne yapıyordun?” Çünkü ben yedi yaşından beri, yaz kış demeden üretimin bir parçası olmanın heyecanını taşıyorum.
Eczacılık okumaya nasıl karar verdi?
MELİH DİRİN: Çocuklarımın meslek seçiminde hiçbir zaman yönlendirici ya da baskı kuran bir ebeveyn olmadım. Her birey kendi yeteneklerini ve eğilimlerini keşfetmeli ve yolunu buna göre çizmeli. Konuştuğumuzda, Ceren eczacılığı düşündüğünü ifade etmişti. Ona şunu söyledim: “Kendi kararını kendin vereceksin, biz senin yanında oluruz.”
Ceren’in bu alana yönelmesini bir tesadüf değil, karakteriyle ve topluma fayda üretme isteğiyle uyumlu bir adım olarak gördüm. Üstelik bir kadın için hem üretken hem de toplumla iç içe olabileceği çok değerli bir alan olduğunu düşünüyorum. Onun bu tercihi, kendi potansiyelini keşfederek bağımsızlık yolculuğuna attığı anlamlı bir adımdı.
Kızınızın sevdiğiniz ve sevmediğiniz huylarını nasıl anlatırsınız?
MELİH DİRİN: Ceren çok çalışkan, zeki, sosyal ve aynı zamanda yüreğiyle hareket eden duygusal bir kız. Hayata karşı duruşu, insanlarla kurduğu bağlar ve işine gösterdiği özen, onun her alanda başarılı olacağından hiç kuşku duymamama neden oluyor.
Bir baba olarak, karakterine baktığımda içim son derece rahat; çünkü onda değiştirmek isteyeceğim hiçbir şey yok. Belki de en güzel tarafı bu: Hem olduğu gibi güçlü hem de sürekli kendini geliştirmeye açık biri.
Ceren Hanım sizi tanıyabilir miyiz?
CEREN DİRİN AĞIRDİL: 35 yaşındayım. 2015 yılında Kıbrıs Yakın Doğu Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden birincilikle mezun oldum. Bu bölümü bilinçli ve isteyerek seçtim; çünkü sağlık alanı hem zihinsel olarak beni besleyen hem de topluma doğrudan katkı sağlayabildiğim bir alan.
Neden bu bölümü tercih ettiniz?
CEREN DİRİN AĞIRDİL: Annem de eczacı, bu nedenle eczacılık mesleği bana çocukluğumdan itibaren tanıdık ve sıcak bir alandı. Öte yandan, ailemdeki sanayi geçmişi nedeniyle babamla çalışmak gibi bir isteğim de vardı. Bu yüzden üniversiteye ilk adımımı Yeditepe Üniversitesi Kimya Mühendisliği Bölümü’nde attım. Ancak daha ilk yılda, bu alanda mutlu olmayacağımı fark ettim.
Hem annem hem de babam, hiçbir zaman meslek seçimim konusunda baskıcı olmadılar. Lise yıllarında hatta bir dönem “Psikiyatrist olacağım” diye gezdiğimi bile hatırlıyorum! Eczacılığa yönelme kararım hem ilgi alanlarımla örtüştü hem de içime sindi. O dönemde şöyle düşünüyordum: “Olmazsa babamla çalışırım.” Ama zamanla fark ettim ki, sağlık alanı bana çok iyi geldi.
Yeditepe’den ayrılmaya karar verdiğimde, babam bana sadece tek bir cümle kurdu: “Ne istiyorsan git, onu oku.” Bu, bana hem güven verdi hem de kendi yolumu seçme cesaretini… Babam sosyal bir insandır, espri yapmayı sever. Ama İstanbul’da okuduğum dönemde yüzü hiç gülmüyordu. Okulu bırakacağımı söylediğim gün ise ilk defa gözleri ışıldadı.
MELİH DİRİN: Kızımı İstanbul’da bırakmak, benim için kolay olmadı. Ağzımı bıçak açmıyor, içimde hep bir endişe taşıyordum. İstanbul çok katmanlı, hızlı ve yoğun bir şehir. Bu tarz ortamların gençler üzerinde nasıl etkiler yaratabileceğini hep gözlemlemişimdir. Ceren’e güvenim tamdı ama büyük şehirlerin karmaşıklığı, bazen en iyi niyetleri bile gölgede bırakabiliyor. Koruma içgüdüsüyle kaygılandım.
CEREN DİRİN AĞIRDİL: Okulu bıraktığımda babam bana bir araba aldı; o kadar mutlu olmuştu! Ardından Kıbrıs Yakın Doğu Üniversitesi’ni kazandım. Bu sefer seve seve ve isteyerek derslere gittim. İzmir’e döndüğümde hemen eczane açmak yerine biraz daha deneyim kazanmak istedim. Ailem de bu konuda oldukça temkinliydi. Zaten bizim ailede öyledir; sürücü ehliyeti alırken bile önce hazır olup olmadığınıza emin olmanız beklenir.
2015 ile 2019 yılları arasında annemin Göztepe’deki eczanesinde birlikte çalıştık. Bu süreç bana hem mesleki deneyim hem de hasta iletişimi konusunda çok şey kattı. 2019 yılında ise babamın sürpriziyle Alsancak’ta bir eczane devraldım ve o günden bu yana aktif olarak orada çalışıyorum.
Eşim de eczacı. Birlikte çalışmak hem verimli hem de keyifli. Benim için üretkenlik, hayatın vazgeçilmez bir parçası. Çocukluğumdan beri her yaz çalıştım. Boş zaman bana göre değil. Hareketsizlik ya da üretimsizlik, zamanın boşa aktığı hissini veriyor.
Fabrikaya hâlâ zaman zaman, özellikle yönetim kurulu toplantılarında geliyorum. Babamla birlikte çalışmayı hâlâ özlüyorum. Ama şimdi hayatıma yeni bir anlam katan başka bir sorumluluğum daha var: Annelik. Ve o da bambaşka bir emek, bambaşka bir üretim biçimi.
Babanızın örnek aldığınız huyları ve mesleki disiplinleri neler?
CEREN DİRİN AĞIRDİL: Babam, çalışkanlığıyla olduğu kadar sosyal yönüyle de çevresinde iz bırakmış biridir. Bu özelliklerini sadece gözlemleyerek değil, birlikte yaşadığımız anlarla içselleştirdim. Eczanemin isminde “Dirin” soyadımı kullanmam da bu mirasa duyduğum saygının ve gururun doğal bir ifadesi.
Her gün mutlaka biri, “Melih’in nesi oluyorsun?” diye sorar. Bu, onun çevresinde ne kadar sevilen ve tanınan biri olduğunu gösteriyor. Babam gerçekten hümanist bir yapıya sahiptir; insanı insan olduğu için önemser. Bu yönü beni en çok etkileyen taraflarından biri.
Ama bir yanımız da çok benziyor: İkimiz de oldukça duygusalız. Bu, ilişkilerimizde derinlik sağlasa da zaman zaman bizi zorlayabiliyor. Kimseyi kırmak istememek, herkesi memnun etme çabası… Bu tavır, özellikle babamı bazen yıpratabiliyor. Ama yine de onun bu ince ruhunu bir zayıflık değil, bizi insan yapan bir yön olarak görüyorum.
Babanız size rahatlıkla “Aferin” diyebildi mi?
CEREN DİRİN AĞIRDİL: Evet, hep “Aferin” dedi. Sadece kelimelerle değil, bakışlarıyla da… Onun gözlerinde parlayan ışığı gördüğümde, duymam gereken her şeyi anlıyorum. Bu anlamda büyükbabamın babama hissettirdiği şeyi şimdi ben babamdan alıyorum. Ancak babam bu duyguyu söze dökmekten de çekinmez; başarımı açıkça takdir eder ve bunu dile getirir. Bu, benim öz değerimi besleyen güçlü bir kaynak oldu.
Birlikte neler yapmaktan hoşlanıyorsunuz?
CEREN DİRİN AĞIRDİL: Hayat evlendikten sonra değişiyor, ama babamla kurduğumuz bağ hep aynı kaldı. Kızım Ada doğduktan sonra, bu ilişki daha da zenginleşti. Artık sadece bir baba-kız değil, bir dede-torun ilişkisine de şahitlik ediyoruz. Her gün birlikte zaman geçiriyoruz.
Eskiden tenis oynardık, spora birlikte giderdik, Göztepe maçlarına mutlaka birlikte katılırdık. Annem Cumartesi günleri çalıştığı için tüm sosyal aktivitelerimi hep babamla yapardım. Bu, yalnızca bir alışkanlık değil, aynı zamanda birlikte kaliteli zaman geçirme konusunda bilinçli bir seçimdi.
Şimdi en büyük ortak hobimiz Ada ile oynamak. Onun gelişimini birlikte izlemek, birlikte yön vermek… Bu sadece bir aile içi paylaşım değil, aynı zamanda sevgiyle örülmüş bir “karşılıklı bağlılık” kültürü.
Seyahat etmeyi çok severiz. Yeni yerler görmek, yeni anılar biriktirmek… Umuyorum ki, bu alışkanlıklarımızı yeniden birlikte canlandıracağız. Çünkü biz, birlikteyken sadece vakit geçirmiyoruz; birbirimizi yeniden inşa ediyoruz.
Ortak hangi hayalleri kuruyorsunuz?
CEREN DİRİN AĞIRDİL: Bizim için hayat sadece bireysel başarılarla anlam kazanmıyor. Gerçek mutluluğun, yaptıklarımızı paylaşabildiğimiz ve topluma fayda sağlayabildiğimiz ölçüde ortaya çıktığına inanıyoruz. Bu nedenle attığımız her adımda, bireysel değil toplumsal faydayı öncelemeye çalışıyoruz.
Babamla en güçlü ortak düşüncemiz, ülke ekonomisine ve değerlerine kalıcı katkılar sunmak. Bu bakış açısı hem sanayi alanındaki üretim süreçlerimizde hem de sağlık sektöründeki çalışmalarımda bizim için bir pusula işlevi görüyor. Ortak mottomuz; “Değer üretmek, bu değeri paylaşmak ve sürdürülebilir kılmak”.
Sağlık alanında yapmayı planladığınız yeni yatırımlar var mı?
CEREN DİRİN AĞIRDİL: İnsanlarla birebir iletişim kurmayı ve onların hayatına küçük de olsa katkı sağlayabilmeyi çok seviyorum. Özellikle sağlık danışmanlığı benim için bir meslekten çok bir yaşam biçimi. Babamın üretime olan tutkusunu, benim sağlık alanındaki ilgimle birleştirebileceğimiz projeler üzerine düşünüyoruz.
Örneğin, gıda takviyeleri üretimi bu vizyonun bir parçası olabilir. Bu alanda bilgi birikimimizi ve bakış açılarımızı bir araya getirerek hem kaliteli ürünler geliştirmek hem de toplumun bilinçli tüketimine katkı sunmak istiyoruz. Bu sadece bir yatırım değil, aynı zamanda etik sorumluluğu olan bir girişim olur.
Sosyal medya üzerinden de bu alanda aktifim. “eczadolabım” adını verdiğim bir sayfam var. Türkiye’de bu modeli ilk başlatanlardan biriyim. Bir süre ara vermiş olsam da bu platform aracılığıyla halkla buluşmak, doğru ve güvenilir bilgi paylaşmak benim için hâlâ çok kıymetli.
Çünkü sağlık, en ufak bir hatanın bile ileride büyük sonuçlar doğurabileceği hassas bir alan. Bu nedenle, insanlara bilinç kazandırmak, onları uyarabilmek, gerektiğinde yön gösterebilmek benim için bir sorumluluk. Her zaman ulaşılabilir olmak, dinlemek, doğru bilgiye yönlendirmek… İşte bu, benim mesleki kimliğimin özüdür.
Melih Bey, sanayi özelinde hayallerinizde neler var?
MELİH DİRİN: Teknolojiyi yakından takip etmeye her zaman önem verdim. Elbette farklı alanlarda yapmak istediğim birçok şey olabilir ama zamanla odağımı daha da netleştirdim. Bugün geldiğimiz noktada, önceliğim döküm sektöründe yüksek teknolojiyi üretimle buluşturmak ve bunu kurumsal yapımız içinde sürdürülebilir hâle getirmek.
Teknoloji alanında yeni bir yatırım planlıyor musunuz?
MELİH DİRİN: Aslında bu yönde somut bir adımı şimdiden attık. Yakın zamanda kum tabanlı 3D yazıcı teknolojisine sahip bir üretim sistemi kurduk. Bu yatırım sadece üretim kapasitemizi değil, aynı zamanda tasarım ve Ar-Ge yetkinliğimizi de ileriye taşıdı.
Kum püskürtme sistemiyle çalışan bu makine sayesinde, örneğin dış cephe kaplamaları gibi estetik ve teknik ürünleri üretmek mümkün. Sanayide bir parçanın tasarlanması, modellenmesi ve döküm aşamasına gelmesi normalde 5-6 ay sürebilir. Ancak bu yeni teknoloji sayesinde, bir haftada prototipi somut hâle getirip, test edilebilir ve hazır hale getiriyoruz.
Bu gelişmeler sadece bugünü değil, gelecek vizyonumuzu da şekillendiriyor. Biz Ar-Ge’ye ve işin mutfak kısmına yatırım yapmaya devam edeceğiz. Bu süreçte, Dirinler Döküm olarak sadece teknik donanımı değil, kurumsal yapıyı da güçlendirerek sürdürülebilir bir sanayi kültürü inşa etmeyi hedefliyoruz.
İzmir’de sanayici olmak zor mu?
MELİH DİRİN: Sanayici olmak zaten başlı başına zorlu bir yolculuk. Ancak İzmir’de üretim yapmanın avantajları da bir o kadar değerli. İstanbul’la karşılaştırıldığında bazı yapısal zorluklar olabilir ama biz İzmir’de üretmekten ve yaşamaktan memnunuz.
Bu şehir bize yalnızca lojistik ve coğrafi kolaylıklar sunmuyor; aynı zamanda daha insani, daha dengeli bir yaşam modeli de sağlıyor. Eğer yeniden seçim yapma şansım olsaydı, yine İzmir derdim. Her zaman ve her koşulda: “Evet İzmir, yine İzmir, hep İzmir!”.
Birçok sanayicinin birçok alanda artık yatırımlarını yurt dışına götürdüğü bir süreci görüyoruz. Sizde de böyle bir eğilim var mı?
Yine İzmir, yine İzmir, hep İzmir… Bırakın başka bir ülkeyi başka bir şehri bile tercih edemem.
Neden İzmir?
MELİH DİRİN: İzmir, bir liman kenti olmanın getirdiği lojistik avantajları ve nitelikli insan kaynağıyla üretim için çok değerli bir zemin sunuyor. Ayrıca Avrupa pazarına yakınlığı, dış ticarette stratejik bir köprü görevi görmesini sağlıyor. Elbette çevre mevzuatları gibi konular Avrupa’da çok daha katı ve bu da üretim koşullarını şekillendiriyor. Ama bu zorluklar, daha sürdürülebilir ve kaliteli üretim yapmayı teşvik ediyor. Biz de bu doğrultuda kendimizi sürekli geliştiriyoruz.
Dünya ve Türkiye ekonomisi özelinde zor bir dönemi yaşıyoruz. Bu süreçlerde genç iş insanlarına tavsiyeleriniz neler olur?
MELİH DİRİN: Ekonomik belirsizliklerin arttığı dönemlerde, genç girişimcilerin daha da bilinçli ve stratejik hareket etmesi gerekiyor. Bu yüzden ilk ve en önemli tavsiyem, işe başlarken yönlerini iyi belirlemeleri olur. Ne yapacaklarına net karar vermeleri, o işi gerçekten sevmeleri ve sahiplenmeleri çok önemli.
Bir işi sevmeden yapılan hiçbir çabanın kalıcı başarı getirmeyeceğine inanırım. Sanayici olmak kolay değil; fedakârlık, sebat ve sistemli çalışma gerektiriyor. O yüzden yılmadan çalışmak, zorlukları birer öğrenme fırsatına dönüştürmek gerekir.
Planlı olmak, işin temel taşıdır. Ne yaptığınızı bilmek, neyi neden yaptığınızı sorgulamak ve bu planı sürekli güncellemek sizi diri tutar. Ayrıca bir işletmenin gelişimi, yalnızca liderin değil, birlikte çalıştığı ekibin gelişimiyle mümkündür. Bu nedenle çalışanlarınızı eğitmek, onları süreçlere dâhil etmek ve birlikte büyümek vizyonu oluşturmak da bir diğer önemli adımdır.
EGİAD’ın çalışmalarını nasıl buluyorsunuz? Önerileriniz neler olur?
MELİH DİRİN: EGİAD, yalnızca bir iş insanları derneği değil; aynı zamanda İzmir’in toplumsal ve ekonomik dinamizmine yön veren çok değerli bir yapıdır. Yıllar içinde çıtasını sürekli yükselten, vizyonunu genişleten bir kuruluş olarak dikkat çekiyor. Bugün, sivil toplum kuruluşlarına nitelikli liderler yetiştirdiğini görmek beni son derece gururlandırıyor. İzmir gibi bir şehirde, genç ve dinamik iş insanlarının bir araya gelerek hem kent ekonomisine hem de ülke vizyonuna katkı sunması çok değerli. Diğer şehirlerde bu denli aktif, nitelikli ve sürdürülebilir yapılar görmek zor. Bu nedenle EGİAD’ın varlığı, İzmir için büyük bir kazanımdır.
Dünyada benzer yapılanmalar, yalnızca ekonomik kalkınmayı hedeflemekle kalmıyor; aynı zamanda sosyal girişimcilik, çevresel sürdürülebilirlik, dijital dönüşüm ve genç liderlerin gelişimi gibi çok boyutlu alanlarda da aktif rol alıyor. EGİAD da bu küresel yönelimi çok iyi okuyarak kendini sürekli yeniliyor ve ülkemizin bu alandaki en güçlü temsilcilerinden biri hâline geliyor.
Üye profili bakımından hem donanımlı hem de değer odaklı bir kitleye sahip olması, geleceğe olan inancımı artırıyor. Hepsi pırıl pırıl, vizyoner gençler. Böyle bir yapının gelişimini görmek, iş dünyasında yıllarını vermiş biri olarak bana hem umut hem de ilham veriyor.
Ceren Hanım, EGİAD ile yollarınız nasıl kesişti?
CEREN DİRİN AĞIRDİL: EGİAD, benim için sadece bir sivil toplum kuruluşu değil; ortaokul yıllarımdan bu yana hayatımın doğal bir parçası. Çocukluğumdan beri babamın EGİAD, EBSO, İAOSB ve benzeri kuruluşlar ile olan bağını izleyerek büyüdüm. O dönemlerde EGİAD’ın onun için bir iş çevresi olmanın ötesinde bir kültür, bir değer platformu olduğunu fark etmiştim.
Eczacılık alanında çalıştığım için EGİAD’a üye olabileceğimi açıkçası başta bilmiyordum. Ancak zamanla çevremdeki arkadaşlarımın üyeliği ve yönlendirmeleriyle, babamın şirketi üzerinden bu sürece dâhil oldum. Bu üyelik, sadece bireysel bir katılım değil; Dirinler Döküm’ün sürdürülebilirliğini destekleyecek kurumsal bir temsil görevi de taşıyor.
Üyeliğimle birlikte, eğitim ve gelişim olanaklarını çok yakından takip etmeye başladım. EGİAD, gerçekten bir okul gibi. Katılamadığım eğitimlerde bile eksiklik hissediyorum. Buradaki her etkinlik, beni hem kişisel hem mesleki olarak besliyor.
Babamın hâlâ EGİAD’dan görüştüğü dostları, birlikte iş yaptığı iş ortakları ve danıştığı fikir arkadaşları var. Bu yapı, sadece profesyonel ilişkileri değil, karşılıklı güvene dayalı sosyal sermayeyi de sürdürüyor. Bu yıl EGİAD’a resmi olarak üye oldum ve Uluslararası İlişkiler Komisyonu’nda görev almaktan büyük onur duyuyorum.
Eklemek istedikleriniz…
CEREN DİRİN AĞIRDİL: Ben hayatın her alanında değerlerin korunması gerektiğini düşünüyorum. Yalnızca iş yaşamında değil; bir dernekte, bir arkadaşlık ilişkisinde, hatta toplumsal hayatta da geçerli. Kişisel olarak şu ilkeye inanıyorum: Eğer herkes kendi bulunduğu yerden sorumluluk alır ve değerleri yaşatmak için katkı sunarsa, daha huzurlu, daha anlamlı bir sosyal çevre oluşur. Bu da hem bireyi hem toplumu geliştirir.
MELİH DİRİN: Gençlere her zaman şunu söylüyorum: Yılmayın. Sabredin. Ama en önemlisi, çok çalışın. Hangi işi yaparsanız yapın, detayına hâkim olun ve her zaman üzerine düşünün. Yatırımlarınızı planlarken temkinli olun. Özellikle risk yönetimi gibi stratejik konulara dikkat edin. Çünkü sürdürülebilirlik sadece büyümekle değil, riskleri doğru yönetmekle mümkün olur.



