“YATIRIM ARAZİLERİNİN KİRALANMASI MODELİNE GEÇİLMELİ, KÜMELENMEYE ODAKLANILMALI, LOJİSTİK ZEMİNE AĞIRLIK VERİLMELİ”

 Türkiye Kimya Sanayicileri Derneği (TKSD) Başkanı Haluk Erceber_

TÜRKİYE’nin en çok ihracat yapan ikinci sektörü kimya sanayi,  424’ü yabancı sermaye ortaklı olmak üzere 10 binin üzerinde firmadan oluşuyor. 500 bin kişiye istihdam sağlayan sektörün çatı kuruluşlarından olan Türkiye Kimya Sanayicileri Derneği(TKSD) Başkanı Haluk Erceber ile sektördeki bütün gelişmeleri konuştuk.

Erceber, ‘Kimya’yı petrol ve doğalgaz bakımından yoksun olan Türkiye için büyük bir fırsat olarak görüyor. Bu konuda Çin ve Almanya’yı örnek gösterirken, “Petrolün tamamını ithal eden Çin, 35 yıl önce dünya kimya ve petrokimya sektöründe hiç söz sahibi değilken lider konumuna yükselmiştir. Almanya’nın da kendine ait petrol ve doğalgaz kaynakları yoktur. Ancak, kimyada üçüncü sırada gelmekte” diyor.

Türkiye’nin de petrol ve doğalgaz kaynakları olmamasına rağmen genç bir nüfusu bulunduğunu belirten Erceber, bu gençlerin Ar-Ge faaliyetlerinde değerlendirilmesini ve ‘hammadde yoğun’ değil ‘teknoloji yoğun’ ürünler üretme stratejinin benimsenmesini istiyor. Yüksek kârlılık yaratan özel kimyasal ürünlerinde Ar-Ge başarısı sağlanarak dünyada rekabetçi olabileceğimizin altını çizen Erceber, sektöre yönelik şu değerlendirmelerde bulunuyor:

İHRACAT TERCİH DEĞİL ZORUNLULUK

Türk kimya sanayi, geçtiğimiz ay en çok ihracat yapan sektörler bazında ikinciliğe yükseldi. Bu başarının altında yatan faktörler nelerdir? Sektörün geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Türk kimya sanayi için ihracat artık bir tercih olmaktan öte bir zorunluluk. Sektör yüzde 70 oranında ithalata bağımlı üretim yaptığından döviz kurundaki dalgalanmalardan had safhada etkilenmesi kaçınılmaz. Bu etkileri minimum seviyeye indirmek için ihracata ağırlık vermemiz gerekiyor. Ayrıca iç piyasada yaşanan durgunluk süreçlerinde ihracatın varlığı pozitif etken. Sektörün bu gerçeği, yıllar içinde ihracat yönünü güçlendirmesine yaradı ve sektörümüz krizlerden daha az etkilenerek çıkmayı başardı. Ancak, göz ardı etmememiz gereken bir nokta var ki ihracatımız artarken birim fiyatlarımızın artmadığını, sektörün kârlılık oranının yerinde saydığını görüyoruz. Kimya sektörünün ihracatında farklı alt sektörlere ait birim fiyatların ortalaması 1,30 dolar civarında. Sektörün kârlılığı da %8-10 arasında seyrediyor. Kimya sektörünün dünyada en güçlü olduğu Avrupa’da hem kârlılık hem ihracatta birim fiyat ortalaması Türkiye’dekinin iki katı. Bu nedenle kimya sektörünün ihracattaki başarısının sürdürülebilir olmasını sağlamak için aslında daha katma değerli ürün ihracatına ağırlık verilmesi ve firmalar arasında sinerji yaratılmasını sağlayarak kâr marjlarının yükseltilmesi gerekiyor. Türk kimya sektöründe yeni teknolojik yatırımların yapılması ve yenilikçi ürünlerle dünya pazarında rekabetçiliğin arttırılması kaçınılmaz oldu. Hedeflediğimiz yerli ve milli kimya yatırımlarının aynı zamanda 24 milyar USD’ı bulan kimya sektörünün dış ticaret açığını da azaltmada önemli etkisi olacaktır. Kimya sektörü için 2050 yılı düşünülerek, yeni teknolojik ürünler ve en az üç limanı olan kimya kümelenmesi içeren ‘masterplan’ yaptırılarak gelecek şekillendirilmelidir. Sektörün halen %1 olan büyük ölçekli firma sayısı hızla yükseltilmelidir (Almanya’da %68). Türk Kimya sektörünün halen dünya kimyasal ticaretinde %1 olan payının 2030 yılında %3 hedefi ile 100 milyar Euro gelire ulaşması mümkündür.

ÇİN’İN KİMYA GELİRİ 1,5 TRİLYON EURO’YA YAKLAŞTI

Petrol ve doğalgaz gibi enerji kaynakları bakımından fakir olan ülkeler için kimya sanayi bir fırsat olarak değerlendirilebilir mi? Bu konuda neler yapılmalı?

Petrol ve doğalgaz gibi enerji kaynakları olmayan ülkeler kimya sanayinde rekabetçi olabilmek için kendilerini geliştirmek ve firmalar için bu dezavantajı bertaraf edecek sinerjiler yaratmak zorunda. Petrolün tamamını ithal eden Çin, 35 yıl önce dünya kimya ve petrokimya sektöründe hiç söz sahibi değilken 2015 yılında 1,409 trilyon Euro gelir ile dünya kimya ticaretinin % 40 payına sahip olmuş ve lider konumuna yükselmiştir. Çin bu hızlı gelişimini deniz kenarında kurduğu yirmiden fazla mega ölçekli (4.000-10.000 Hektar) kimya kümesine borçludur. Ancak yüksek düzeyde, ucuz işgücü ve iç talep varlığı bu sistemin kurulmasında etkili olmuştur. ABD, 519 milyar Euro ile ikinci, Almanya ise 148 milyar Euro ile üçüncü sırada yer almaktadır. Almanya’nın da kendine ait petrol ve doğalgaz kaynakları yoktur. Ancak, hem kümelenmeler, hem limanlar hem de etilen, propilen ve nafta gibi petrokimya hammaddelerini boru ağları ile yatırımcıya getirme cazibesini yıllar önce yaratmışlardır. Türkiye de petrokimya hammaddeleri olan doğalgaz, etilen, propilen, ham petrol ve naftanın üretim noktalarına olan yakınlığının avantajını en iyi şekilde kullanarak bu ülkelerin 35 yıl önce uyguladıkları kimya sanayi gelişim stratejisini ve yöntemini uygulasaydı bugün kimya sanayi daha gelişmiş bir noktada olabilirdi.

PETROL VE DOĞALGAZIMIZ YOK AMA GENÇ NÜFUSUMUZ VAR

Ancak 35 yıl önce yapılması gereken yatırımları bugün yapmakta ısrar etmek artık doğru bir strateji değildir. Günümüzün globalleşen dünyasında her ülke her çeşit ürünü üretmek zorunda değil. Enerji yoğun üretilen ve kimya sanayine hammadde teşkil eden ürünleri ithal etmeye devam ederek katma değerli ürünler üretip petrokimyasalların piyasasına yön veren ülke olmak da mümkün. Yaklaşık %10 civarında gereksiz masraflardan tasarruf imkânı veren kimya kümeleri, yeni ürünlerde (özel kimyasallarda) öncü ve lider olma başarısı ile aynı zamanda yeni ve yüksek teknolojili yatırımlar yaparak sektörümüzü büyütebiliriz. Her ülkenin farklı avantajları var ve önemli olan bu avantajları en iyi şekilde kullanarak fırsata çevirmek. Örneğin ülkemizde petrol ve doğalgaz kaynakları yok ama genç bir nüfusumuz var. Bu gençleri Ar-Ge faaliyetlerinde değerlendirerek hammadde yoğun değil teknoloji yoğun ürünler üretmek stratejimiz olmalı. Yüksek kârlılık yaratan özel kimyasal ürünlerinde Ar-Ge başarısı sağlayarak dünyada rekabetçi olabiliriz. Artık Avrupa’da yeni bir rafineri veya cracker yapılmayacak. Aynı şekilde Singapur Jurong adası gelecek planında da yeni bir rafineri görülmeyecek ancak Jurong yönünü tekstil, otomotiv ve tarım sektörleri için özel kimyasallar üretimine çevirmiş bulunuyor. Türk kimya sektörünün lokasyonu itibarıyla avantajını kullanarak dünyanın hızla değişen ticaret rotasında güçlü konuma gelme şansı oldukça yüksektir.

GÜÇLÜ AR-GE İÇİN GÜÇLÜ ÜRETİM ŞART

Kimya sanayinde Ar-Ge çalışmalarına verilen önemi, ayrılan kaynakları ve kurulan merkezleri yeterlilik açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ülkemizde, Ar-Ge merkezlerinin hatta inovasyon çalışmalarının karlılığa, yeni ürün geliştirmeye, rekabetçiliği kuvvetlendirmeye olan katkısı maalesef düşüktür. Güçlü Ar-Ge için güçlü üretim şarttır. Son 30 yıldaki üretim ve Ar-Ge faaliyetleri ile sıfırdan dünya kimyasal ticaretinin %40 payına sahip olma başarısını gösteren Çin, bugün 3 üniversitesini dünyanın kimya bilimi eğitimindeki en başarılı ilk on listesi içine sokmuştur. Taiwan ve Singapur da bu listeye birer üniversitesini dahil etmeyi başarmışlardır. Ar-Ge merkezlerinin başarı ölçüsü üretime, yenilikçi ve özel ürünlere, kârlılığa etki eden başarılı projelerin sayısı ve gelişim süresi ile ölçülmelidir. Üniversitelerimizde, hatta liselerde daha kuvvetli eğitim verilmeli ve öğrenciler mezun olmadan sanayi şirketlerinde uzun süreli çalışmalar yapmalıdır. Üniversite-Sanayi İşbirliği için yeni modellerin tespit edilmesi gereklidir.

AR-GE BÜTÇELERİ İLE İHRACAT HAREKETLERİ PARALEL

Türkiye’de Ar-Ge’nin verimli olmaması ve inovasyonun zayıf olması ile ilgili nedenlerini sıralamak isterim. Özel sektörde fikir üretmeden ve kârlılığı sağlamadan ayakta kalmak mümkün olmadığından çalışanları inovatif düşünmeye ve inovatif projelerin artması için gerekli devlet desteğinin sağlanmaması. Ar-Ge ve İnovasyona ayrılan bütçenin halen istenilen düzeyde olmaması. GSYH içindeki %1 olan Ar-Ge payı en az % 2 oranına yükseltilmelidir. Üniversite-devlet-sanayi işbirliğinin yeterli düzeyde olmaması.  Türkiye’de kurumlarda hiyerarşik yapının etkin olması ve bununla birlikte inovasyon beraberinde risk almayı da gerektirdiğinden, risk alıp başarısız olma sonucunun göze alınmaması.

Araştırma sonuçlarına göre inovasyonun %50’si üst yönetim tarafından başlatılmaktadır. Kurum ve kuruluşlarda çalışanları inovasyona yöneltmek için uygulanan yöntemlerin yetersiz kalması, insan kaynakları çeşitliğinin sağlanmaması, kurumsal ve bireysel yaratıcılıklarının teşvik edilmemesi. Toplumun temel ihtiyaçlarının ve gereksinimlerinin dikkate alınmaması.  Özel ve kamu sektöründe inovasyonda başarılı profesyonellerin deneyimlerini aktaracak ortak platformların eksikliği. Birçok kurumda inovasyonun halen bir şirket kültürü olarak benimsenmemesi.

Özellikle Türkiye’de inovasyon kavramının bugün iş hayatında bulunan birçok profesyonel için bile yeni olması, inovasyon eğitiminin ilkokuldan başlayarak bir yaşam biçimi olarak öğretilmesi bu soruna çözüm yaratabilir.

Türkiye’de Ar-Ge Merkezleri sayısı artmakla birlikte, Ar-Ge harcaması yapan ülkeler sıralamasında geride kalmaktadır.   Ar-Ge’ye ve inovasyona ayrılan bütçe ile ülkenin ihracat hareketleri paralel bir uyum göstermektedir. Örneğin kimya sektöründe en fazla Ar-Ge harcaması yapan ülkeler ABD, Çin, Japonya ve Almanya aynı zamanda dünya ihracatında da üst sıralarda yer almaktadır.

MİLLİ KİMYA SEKTÖRÜMÜZÜN REKABET GÜCÜ ARTIRILMALI

Kimya sanayine destek konusunda devletin yaklaşımını nasıl buluyorsunuz?

Almanya, ABD, Hollanda, Çin, Singapur, Güney Kore… gibi kimya üretiminde söz sahibi ülkeler son 50 yılda güçlü liman ve kimya kümeleri kurmuş, ana hammaddeleri en güvenilir ve ucuz yollarla sanayicinin kullanımına sunmuştur. Tüm arazi, Landlord modeliyle yıllık makul bir kira karşılığı uzun süreli (25 ya da 49 yıl) sanayiciye verilmiş ve bu yaklaşımla sanayicinin sermayesini proses kurulumu ve işletme için kullanmasına ve bir an önce üretime geçmesine olanak sağlanmıştır. Türkiye bu konuda çok geç kalmıştır. Zaten mevzuata göre sadece İhtisas OSB’lerde üretim söz konusudur ve onun da şartları vardır. Kısacası bugün için kimya yatırımı yapacak yer yoktur. Özellikle yabancı yatırımcıların tüm alt yapısı hazır olan limanlarda üretim yapma alternatifine cevap verilememektedir. Özellikle, son zamanlarda 2-3 adet petrokimyasal üretim projesi için değişik bölgelerin ismi geçmektedir. Kimya sektörü yerleşim planının ideal halini bulmaması sebebiyle 1-2 küme yerine birçok bölgede uygun olmayan alanlar gündeme gelmekte ve ölçekler küçülmektedir. Tek bir liman yerine 3-4 liman, tek bir kapsamlı alt yapı yerine 3-4 altyapı maliyeti karşımıza çıkmaktadır. Milli Kimya sektörümüzün geleceğinin bir an önce en iyi sistemle şekillendirilmesi ve rekabetçilik gücünü arttıracak en fazla 1-2 kümelenme kurulması sağlanmalıdır. Küçük değil, en büyük ölçeği ve sinerjileri yakalamak önemlidir.

 

KUTU KUTU KUTU

KİMYA SEKTÖRÜNDE ENDİŞE VERİCİ RAKAMLAR DA VAR!

Sektörünüzde büyümeyi, kârlılığı, sektörün geleceğini, rekabetçiliğini etkileyen, en fazla endişe verici rakamlar nedir?

Kimya sektörü 2017 yılı sonunda % 8,8 büyüme ile %79 kapasite kullanımı sağlamıştır. Ancak büyüme, 2018 yılının ilk 6 ayı sonunda %11,2’ye yükselmesine rağmen Temmuz ayından sonra düşmeye başlamıştır. Eylül ayı itibarıyla iç piyasada ciddi bir durgunluk gözlemlenmiştir. Sektör firmaları kâr kaybı söz konusu olsa bile ciddi şekilde ihracatını arttırmaya yönelmiştir, 2018 yılı ilk 8 ay sonunda ihracat 2017 aynı döneme göre %15,5 artış sağlamıştır. Bu dönemde ithalat da % 8,7 oranında artmıştır. Düşük kârla ihracat önemli bir sorun olsa bile ihracata karşılık ödemelerde tahsilat ve vade sorununun olmaması önemli bir avantajı getirmektedir.

ISIC 1 sınıflandırmasına göre kimya sektörünü oluşturan kimyasal üreticisi firmalar,  2017’nin ilk 9 ayında %78,8 kapasite kullanırken 2018’in ilk 9 ayında %80,2 kapasite kullanmışlardır. Kauçuk ve plastik sektörü ise 2017’nin ilk 9 ayında % 74,8, 2018 yılının ilk 9 ayında ise %75,8 oranında kapasite kullanmıştır. Ancak her iki sektörde de 2018 yılı Temmuz ayından sonra düşmeler belirginleşmiş olup kapasite kullanım oranı, kimyasalların üretimi sektöründe %83,89’dan %79,13’e, kauçuk ve plastik sektöründe ise %76,16’dan %72,6’ya gerilemiştir. Bu sürecin sonraki aylarda da devam edeceği görülmektedir. Yılsonunda kauçuk ve plastik sektörünün kapasite kullanım oranı %68-69’a ve kimyasalların üretimi sektörününki de %73-75’e gerileyebilir.

Üretimin yavaşlama oranı kapasite kullanımında %70-75 olup %60-70 aralığı ise ciddi durgunluk olarak değerlendirilebilir. Bu arada Türkiye’ye ithali yapılan hammadde miktarında ve yeni siparişlerde de Temmuzdan sonra önemli bir azalmanın olduğunu izlemekteyiz. 2017 ve 2018 yıllarında başarılı bir grafik çizen, AB kimyasal üreticileri ise genellikle % 82-84 kapasite kullanımına sahiptirler.  2018 Temmuz ayından itibaren kapasite kullanımı düşmektedir. İç piyasa canlılığını kaybetmeye devam etmekte olup üreticiler ihracat yapma kabiliyetlerini arttırmaya çalışmaktadır. İç piyasada yaşanılan tahsilat zorlukları ve uzun vadeler ayrı bir sorun oluşturmaktadır. Kimya sektörü sonunda %75 civarında ithal hammaddeye bağlı çalışmaktadır. Fiyatlar ithal hammadde fiyatlarına bağlı olarak belirlenmektedir. Yapılan araştırmalar sonucu Türk Kimya Sektörü firmalarının kârlarının % 7-8 civarında olduğu görülürken aynı kârlılık AB ülkelerinde en az 2-2,5 kat fazladır. Dağınık ve plansız sanayileşme, limanlara yakın olmamak, sinerjilerden yararlanamama, yüksek enerji ve nakliye fiyatları ile kâr azlığı ölçek büyütememenin en önemli sebepleridir. Bunun sonucunda Türk Kimya Sektöründeki büyük ölçekli firmaların oranı %1’dir. %90’ı ise KOBİ’lerden oluşuyor. AB’de büyük ölçekli firma oranı % 56 ve Almanya’da ise % 68’dir.

Kâr marjının düşüklüğü, döviz kredilerinin varlığı ve yüksek hammadde- mamul stokları ile tahsil edilemeyen alacaklar, düşük ve orta teknolojili yenilikçi olmayan ürünleri pazarlama zorluğu en önemli risklerdir. Önemle üzerinde durmak gerekir ki kimya sektörü ihracatlarında birim fiyat 1 USD/kg’ın biraz altındadır. AB ülkelerinde ise bu rakam 2-2,5 USD/kg civarındadır.

Bu endişe verici rakam ortaya çıkarsa ne olur?

Uzun süreli ekonomik zorlukların yaşanacak olması durumunda ihracatı hiç olmayan ya da toplam üretiminin %35’inin altında olan firmalar öncelikle çok olumsuz etkilenirler. Ancak kimya sektör firmaları üretim ve ARGE’nin zorlukları sebebiyle son derece kalifiye ve uzman teknik personel istihdam etmek zorundadırlar ve elemanlarını koruma hassasiyetini fazlasıyla gösterirler. Satışların zorlaştığı durumlarda yeni ürün geliştirmek, maliyet azaltıcı önlemler almak ve yeni ihraç pazarlarına yönelmek söz konusu olur. Zaten kimya sektöründe maliyetin önemli bir kısmı hammadde ve enerjidir.

 

“Dünya toplam dış ticaret hacmi yaklaşık 16 trilyon seviyesindeyken, kimya sektörü 4 trilyon dolar ile küresel ticaret hacminden yüzde 25 pay alıyor. Kimya sektörünün ülkemizdeki büyüklüğü incelendiğinde 2014 yılında 109,8 milyar TL olan sektör cirosunun izleyen yıllarda sırasıyla 116,9 milyar, 121,3 milyar ve 2017 yılı itibariyle de 128,6 milyar TL’ye ulaştığı görülüyor. Türkiye’de en çok ihracat gerçekleştiren 3’ncü sektör konumundaki kimya sanayinin 2018 yılında cirosunun 157,7 milyar TL’ye ulaşması bekleniyor. Sektörde 424’ü yabancı sermaye ortaklı olmak üzere 10.000’in üzerinde firma bulunuyor ve 500.000 kişiye istihdam sağlanıyor.”

 

SEKTÖR ‘KÜMELENME’ İSTİYOR

Sektörde yaklaşık 317 bin çalışan ve firma sayısının da 20 bin 310 olduğunu kaydeden Erceber, şunları söyledi:

“Bu firmaların yaklaşık 3 bin 300′ü kimyasal maddelerin üretiminde çalışan firmalar. Diğer kısmı da ilaç ve plastik-kauçuk sektörlerine dağılmış durumda. Ancak Türkiye’nin ihtiyacı olan büyük bir kümelenme ile deniz kenarında liman kompleksleri yaparsak yılda yaklaşık 20 milyar dolar üretim çıktısı almak, 10 bin kişiye istihdam sağlamak ve 15 milyar dolarlık sanayi yatırımını, üstelik yeni teknoloji sanayi yatırımını gerçekleştirmek mümkün. Artık Türkiye dijitalleşme ile yeni yatırımlarla büyük bir hamle yapmak zorunda. Çünkü mevcut kapasitelerle çok fazla büyüme mümkün olmayacak. Üstelik bir gerçeğimiz daha var ki bunun belki bize bir fırsatı olacak. Yeni ve teknolojik yatırımları, döngüsel ekonomiyi, dijitalleşmeyi yakalamak söz konusu. Bilindiği gibi dijitalleşmede küçük maliyetlerle çok büyük kârlar elde etmek mümkün. Ve dünyada yeni bir akımın öncüsü oldu bu gelişme. Türkiye’de de bunu gerçekleştirmek zorundayız. Dünyada da kimya sektöründe henüz tam anlamıyla gerçekleşmedi. Ancak başarılı olan firmaların milyarlarca dolarlık kârı bir anda bilançolarına yazdıklarını görüyoruz. Dolayısıyla Türkiye bu fırsatı kaçırmamak için çok uygun bir pozisyonda. Bunu gerçekleştirebilecek güce, teknik bilgiye, altyapıya ve bu işe inananlara sahip bir durumda.”