“KURALSIZ ÇALIŞMANIN HER TÜRLÜSÜNE KARŞIYIZ”

 

 

OKN_0676.JPG(rutus) copy

Özel sektörün en büyük toplu sözleşme görüşmesi, aylar süren müzakereler sonrasında geçen hafta tamamlandı. Türk Metal Sendikası ile işveren sendikası MESS arasında sağlanan anlaşmayla, Türkiye sendikacılık tarihinde birçok ilke imza atıldı. “Ölümüne çalıştık, kazanacağız” sloganıyla toplu sözleşme masasına oturduklarını söyleyen Türk Metal Sendikası Başkanı Pevrul Kavlak, ülkenin sendikal tarihinde bir ilk imza atarak talep ettikleri artışın yüzde 93′ünü alma başarısıyla sözleşmeye imza attıklarını vurguladı.

2021-23 MESS Grup Toplu İş Sözleşmesi’ni önemli kılan bir diğer noktanın tarihte ilk kez işkolunda yetkili tüm sendikaların başkanlarıyla birlikte imzalanması olduğunu kaydeden Kavlak, şimdi de örgütlenmek, toplu sözleşme hakkından yararlanmak isteyen işyerlerinin örgütlenmesi, “aileye katılması” çalışmalarına odaklanacaklarını söyledi.

Türkiye işçi sınıfının son kırk yılının, kazanılmış haklara gelen müdahaleleri engelleme mücadelesiyle geçtiğini dile getiren Kavlak, işverenlerin, hükümetlerin işçinin elinden alamadığı tek hakkın “kıdem tazminatı” olduğunu ileri sürdü.

Kıdem tazminatını işçinin 13. ücreti olarak gördüğünü ifade eden Kavrak, kıdem tazminatı hakkını sonuna kadar savunacaklarını, esnek çalışmayı, güvencesiz çalışmayı, kayıt dışılığı, taşeron işçiliği ve kuralsız çalışmanın her türlüsünü reddedeceklerini kaydetti. Kavrak, süreçte yaşananları ve ekonomideki gelişmeleri TİCARET Sohbetleri ’ne değerlendirdi.

 

Ağustos 2021’de başlayan ve Ocak 2022’de sonuçlanan zorlu bir toplu sözleşme sürecini geride bıraktınız. Bu süreci anlatır mısınız?

Sizin de belirttiğiniz gibi, çok zorlu bir süreci geride bıraktık. Sözleşme hazırlıklarına Ağustos ayında başlamıştık, örgüt içi demokrasinin göstergesi anket çalışmamızı işyerlerinde uyguladık, üyelerimizin toplu sözleşmeden beklentilerini öğrendik. Ardından sözleşme imzalayacağımız işyerlerinden 557 işyeri sendika temsilcisi arkadaşımızın bir araya geldiği bir atölye çalışması yaptık, Başkanlar Kurulumuzu toplandık ve sözleşme taslağına son şeklini verdik.

Taslağımızı hazırlarken, aklımızdaki tek slogan, “Ölümüne çalıştık, kazanacağız” oldu. Çünkü salgın döneminde herkes evindeyken, biz tezgahımızın başındaydık, herkes hastalıktan korkarken, biz korkmadan çalıştık, ekonomiye ve sanayi üretimine destek olduk. İşte sözleşme öncesinde mücadelenin ateşini bu konuyu belirterek yaktık, biz ölümüne çalışanlar artık kazanmak istiyorduk. İşverenlerimizin, karlarına kar katanların, metal emekçisine borcu olanların bu borcu tahsil etmesi için tüm hazırlıklarımızı yaptık ve taslağımızı MESS’e sunduk.

Taslağımızı hazırlarken ülkede her şey normal seyrindeydi ancak bir süre sonra ekonomik anlamda neredeyse her şey tepetaklak oldu. Ülkemiz dövizde yaşanan dalgalanmalarla bir ekonomik krize girdi. Hayat pahalılığı kendini her geçen gün daha fazla hissettirmeye başladı. Bu nedenle, işimiz her geçen gün zorlaşmaya, her şey iyice belirsizleşmeye başladı. Bu koşullar altında 12 Ekim’de başladığımız müzakere sürecinde yasal süre olan 60 gün dolarken MESS ilk teklifini yaptı. MESS’in yüzde 8,8 enflasyona karşı yüzde 12’lik ücret artışını kabul etmedik. Kayıplarımızı karşılamaktan uzak bu teklife karşı uyuşmazlık tutanağını tuttuk. Önce arabulucu sürecini bekledik, orada da anlaşma sağlayamayınca grev kararımızı aldık, eylem planımızı açıkladık. Fabrikaları, kent meydanlarını birer miting alanına dönüştürdük.

Bu süreçte işveren tarafı işyerlerinde çip krizi nedeniyle yaşanan duruşları, ekonomik belirsizlikleri önümüze çıkardılar. Mücadeleden vazgeçeceğimizi, umutsuz, çaresiz olacağımızı düşündüler. O zaman da yüz bin metal emekçisi Kocaeli’nde toplandık. Hep bir ağızdan “Eylemse eylem, grevse grev” diye haykırdık. Oradan aldığımız coşkuyla masaya bir kez daha oturduk. Zaferlerimize bir yenisini daha ekledik. Belki de ülkemiz sendikal tarihinde ilk defa bir sendika talep ettiği oranın yüzde 93’ünü alma başarısı gösterdi. Yüzde 29,57 istedik, 27,44 aldık. Metal emekçisinin tek bir kuruşunu o masada bırakmadık. Ayrıca sözleşmeyi önemli kılan bir başka nokta da şudur, 2021-2023 MESS Grup Toplu İş Sözleşmesi’ni, tarihte ilk kez işkolunda yetkili tüm sendikaların başkanlarıyla birlikte imzaladık. Türkiye işçi sınıfının, ülkemiz emekçilerinin geleceği için bu durumu oldukça önemli bir hamle olarak görüyorum.

Asgari ücret üzerinden sürece baktığımız zaman Türkiye’de yaşam standardının bu rakam üzerinden belirlemek dünya modelleri ile karşılaştırdığımızda ne ölçüde doğrudur? Türkiye’nin kendi dinamiklerini de göz önünde bulundurarak bu konuda uygulanması gereken model hakkında bilgi verir misiniz?

Asgari ücret, yasal tanımına baktığımızda, yaptığı iş karşılığı işçilere ödenebilecek en düşük ücret seviyesidir. Ancak ne yazık ki bu ücret seviyesi ülkemizde ortalama ücret haline gelmiştir. Yapılan araştırmalar, asgari ücret alanların toplam çalışan işçilere oranının en az yüzde 54 düzeyinde olduğunu gösteriyor. Buna asgari ücretin biraz üzerindeki ücretleri de eklerseniz, bu oran yüzde 70′lere çıkıyor. Asgari ücret tartışmaları bu yüzden ülkemizde büyük bir gündem oluşturuyor. Oysa diğer ülkelere baktığımızda, özellikle de AB üyesi ülkelere baktığımızda bu oranın en fazla yüzde 10 olduğunu görüyoruz. Yani bu ülkelerde çalışan insanların yüzde 90’ı asgari ücretin üzerinde kazanıyor.

Bu noktada bizim de ana odak noktamız asgari ücretle çalışan emekçilerin sayısını azaltmak olmalı. Elbette asgari ücretin insan onuruna yaraşır bir ücret olmasını savunuyoruz. Elbette asgari ücret zamlar karşısında erimesin, günün koşullarına uygun olsun, asgari ücretle çalışanlar aldıkları ücretle ay sonunu görebilsin istiyoruz. Ama her şeyden önemlisi, biz asgari ücretin, adı gibi asgari olmasını, ortalama ücret haline dönüşmemesini istiyoruz, bu uğurda mücadele veriyoruz. Bu yüzden ülkedeki emekçilerin örgütlenmesini istiyoruz. Bu ülkede çalışan kardeşlerimizin toplu iş sözleşmesi düzenine kavuşmasını temenni ediyoruz. Özellikle bizim ülkemizde, asgari ücretli çalışanları yoksulluk sarmalından kurtaracak en önemli çözüm budur. Çalışanlar özgürce örgütlenebilmeli, özgürce toplu pazarlık düzenine kavuşmalıdır.

 

OKN_0820.JPG(rutus) copy

Genellikle başarılı sözleşme dönemlerinden sonra sendikalaşma hareketinin fabrikalardan daha fazla talep olarak geldiğini görüyoruz. Siz bu konuda süreci nasıl yöneteceksiniz?

Biz Türk Metal olarak, örgütlü olmanın önemine hep inandık. Örgütsüz ne kadar metal emekçisi varsa onları ailemize katmak için mücadele verdik, vermeye de devam ediyoruz. Sözleşme döneminde bir yandan müzakereleri sürdürürken bir yandan da örgütlenme çalışmalarımıza devam ettik. Altı işyerinde yetki aldık. Toplu iş sözleşmesi görüşmelerini başlattık. Oralarda çalışan arkadaşlarımızı da bu büyük ailenin bir ferdi yaptık. Bundan sonra, hak mücadelelerinde onların da güvencesi biz olacağız. Belirttiğim gibi, Türk Metal olarak, biz emeğin örgütlü gücüne inandık, örgütlenme mücadelesini temel ilkelerimizden biri yaptık. İmzaladığımız başarılı sözleşmeleri gören pek çok işyerindeki arkadaşlarımız bize başvuruyor. Örgütlenmek, toplu sözleşme hakkından yararlanmak istiyor. Onların bu çağrısını karşılıksız bırakmayacağız. Sözleşme sürecinin bitmesiyle birlikte de tüm enerjimizi tekrar örgütsüz arkadaşlarımızı ailemize katmak için harcayacağız.

Türkiye’de örgütlenmenin önündeki engeller neler?

Örgütlenme hakkı, demokratik bir toplumun ön şartıdır. Sosyal hukuk devletinin, olmazsa olmazıdır, temel insan hakları arasında yer alır. Üstelik bu hak Anayasamızla, imzaladığımız uluslararası sözleşmelerle, yasalarımızla güvence altına alınmıştır. Emek sömürüsünün bu kadar yoğun yaşandığı ülkemizde örgütlenme aynı zamanda bir zorunluluktur. Fakat işçi kardeşlerimiz ne zaman örgütlenmek istese, ne zaman güçlerini birleştirmek istese bu hak işverenler tarafından sunulan bir lütufmuş gibi gösteriliyor. İşverenler, daha iyi koşullarda çalışma ve insanca yaşamak için sendikalara üye olan işçileri kar, kış, yağmur, çamur dinlemeden, evlerinde çoluğu çocuğu var mı bakmadan işten çıkararak örgütlenmenin önüne geçmek istiyor.

Eğer sendika o işyerinde örgütlenmiş ve çoğunluğu sağlamışsa bu sefer de sendikanın yetki tespit belgesine itiraz ederek süreci uzatıyor. Bakın bu tespit davalarının süresi ortalama iki, iki buçuk yıl. O sürede sendikanın işyerinde üyesi kalmıyor. Bunun önüne geçmek için de mücadele etmek, o mücadeleden zaferle ayrılmak gerekiyor. Üstelik bu durum sadece bizim işverenlerimizle de sınırlı değil. Uluslararası firmalar da diğer ülkelerde bulunan fabrikalarında sendikalarla toplu iş sözleşmesi yaparken ülkemize girdiklerinde sendikalaşmaya izin vermiyor.

Birkaç örnek vereyim, 2019 yılında Fransız sermayeli bir işyerinde örgütlenme çalışması başlattık. Ancak yaklaşık 35 arkadaşımız yalnızca sendikaya üye oldukları için işten atıldı. İşyerinde çoğunluğu sağlamamıza, toplu sözleşme yetkisi almamıza rağmen işveren mahkemeye başvurarak süreci baltalamaya kalktı. Bunun üzerine Bursa’da üç gün süreyle üretimi durdurduk. İşçiler aileleriyle birlikte fabrikanın önünde oturma eylemi yaptı. Haklarını alana kadar direndi. Geçtiğimiz aylarda da Çin sermayeli bir telefon firmasında örgütlendik. İşveren yine arkadaşlarımızı işten çıkardı. Çoğu kadın 170 işçi kardeşimiz sırf örgütlendiği için işinden oldu. Yine yaptığımız eylemlerle, direnişimizle, uluslararası sendikaların desteğiyle o işyerinde de örgütlenme sürecini tamamladık. Dünyanın neresinde temel insan haklarından birini kullanmak için bu kadar mücadele gerekir?

Yeni nesil sendikacılık dediğiniz bir kavram var. Bununla ne anlatmak istiyorsunuz? Sendika olarak yaptığınız çalışmalar hakkında bilgi verir misiniz?

Sendikalar, özünde üyelerinin çıkarını koruyan, işverenler karşısında toplu gücünü ortaya koyan kuruluşlardır. Sendikaların çeşitli hedefleri vardır. Bunlar arasında ücretlerin korunması, üreterek ülkenin büyümesini sağlayan üyelerinin bu büyümeden pay alması, iş güvencesinin sağlanması gibi temel olgular yer alır. Biz yeni nesil sendikacılıkla birlikte, işçilerin insan onuruna yaraşır bir yaşam sürmesi için tüm gereksinimleri saptayıp bunlara uygun çözümler üretmeyi amaçlıyoruz. Biz ücret pazarlığından öte, üyelerimizin “sendikam var” diye düşünerek yalnız olmadıklarını hissetmelerini sağlamak, onların aileleriyle birlikte rahat bir yaşam sürmelerini istiyoruz. Bir yandan üyelerimizin hakları ve iş güvenceleri için mücadele ederken bir yandan da onların sosyal alanda daha mutlu olmalarını sağlıyoruz.

Bu nedenle üç dönem önceki Grup Toplu İş Sözleşmemize Tamamlayıcı Sağlık Sigortası maddesini ekledik. Üyelerimiz bu sayede özel hastanelerde tedavi oluyor, ceplerinden tek kuruş çıkmıyor. Ayrıca, sadece geçen yaz, salgın nedeniyle psikolojileri altüst olmuş üyelerimizi aileleriyle birlikte tatile gönderdik. Üyelerimiz sendikamızın Didim, Bodrum, Antalya ve Kıbrıs’taki otellerinde, kendi öz mallarında ceplerinden tek bir kuruş harcamadan aileleriyle birlikte tatil imkanı buldu. Bazı üyelerimiz hayatlarında ilk kez yaşadıkları kentin dışına çıktı. İlk kez ailesiyle tatil yaptı. Bunun dışında, yine yakın dönemde Ankara’da bir kız öğrenci yurdu açtık. Yüz yüze eğitime geçilmesiyle yurdumuz da faaliyete başladı. Üyelerimiz kız çocuklarını ufak bir ücret karşılığında bize emanet ediyor. Yasa dışı yapıların ağına düşmediğinden emin bir şekilde, gözü arkada kalmadan sendikasına güveniyor.

Yeni nesil sendikacılık özelinde önümüzdeki günlerde yapacağınız yeni yatırımlar söz konusu olacak mı? Bu konuda nasıl bir yol haritası belirlediniz?

Tabi ki üyelerimizin istekleri doğrultusunda birçok yeni yatırımımız olacak. İşimiz bitmedi, bitmez. Üyelerimiz için, onların aileleriyle rahat bir yaşam sürmelerini sağlamak için yapacak çok işimiz var. Yurdumuzun çeşitli bölgelerinde yatırımlarımız var. Buraları değerlendirmek istiyoruz. Üyelerimize soracağız, onlar bu yatırım alanlarına ne istiyorsa onu yapacağız. İlerleyen dönemde İstanbul, Eskişehir ve İzmir’de yeni kız yurdu açma hedefimiz var. Ankara’da bir erkek öğrenci yurdu açmak için çalışmalarımız sürüyor. Bizim bütün planlarımız üyelerimizin kendilerini güvende hissetmelerini sağlamak üzerine. Biz Türkiye’de en iyi sözleşmeleri imzalayan sendikayız. Bu sözleşmeleri üyelerimiz sayesinde, onların birliği sayesinde imzaladık. Bundan sonra da üyelerimizle birlikte hareket edeceğiz.

Finansal istikrar, enflasyon, döviz piyasalarındaki gelişmeler üzerinden Türkiye ekonomisini birlikte değerlendirdiğimizde, sizin bu konudaki mesajlarınız neler olur?

Şu an büyük bir krizin içerisindeyiz. Yarınımızı öngöremiyoruz, cebimizdeki paramız her geçen gün azalıyor. Alım gücümüz düşüyor. Her geçen gün hayat pahalılığı artıyor. Her geçen gün yoksullaşıyoruz. Öncelikle yoksulluğun bir kader olmadığının bilincine varmalıyız. Yoksulluk kader değildir, yoksulluk yönetilmez, yoksullukla ancak mücadele edilir. Bu mücadelenin de belirli araçları vardır. İstihdamı artırmak gereklidir, ücretleri artırmak gereklidir, halkımızın refahını artırmak gereklidir, üretimi artırmak gereklidir. Eğer bunları yapmazsanız, şu an ülkemizde olduğu gibi milyonlarca işsizden ve bu işçiler arasındaki rekabet yüzünden düşük ücretlerden, çalışan yoksullardan, yoksulluk sarmalından bahseder durursunuz.

Üyelerinizde işten çıkarma kaygısı var mı? Önümüzdeki günlere ilişkin bu konuda kaygılı mısınız?

Bizim üyelerimizde işten çıkarılma kaygısı olmadı. Biz salgın sürecinde, emekçilerin ekmeğiyle tehdit edildiği o dönemde işverenlerle bir araya gelerek bir protokole imza attık. Bu protokol sayesinde o dönemi kayıpsız atlattık. Örgütlü işçiler, bu süreci kayıpsız atlattı. Ama bu süreci kayıpsız atlatanlar, ülkemiz işçi sınıfı içinde bir azınlık sadece. İş güvencesine sahip, sosyal hakları olan, ücret artışı alabilen bir azınlık… Örgütsüz emekçiler yoğun baskı altındaydı. Benim asıl kaygım örgütsüz arkadaşlara ilişkin. Bu arkadaşlarımızın iş güvencesi yok, asgari ücrete talim ediyor, işverenin insafına bırakılmış durumda. Biz örgütlenme mücadelemizi sürdürerek bu durumun önüne geçebiliriz. Sendikalaşma önündeki engeller kalkarsa işçi sınıfını güvenceye kavuşturabiliriz.

Salgın sürecinde ne gibi faaliyetler yürüttünüz? Türk Metal için salgın süreci nasıl geçti?

Biz salgın sürecini en başarılı geçiren sendikayız. Salgın dönemi sendikamız açısından büyük bir sınavdı ve biz bu sınavı başarıyla verdik. Bir önceki soruda da belirttiğim gibi, işverenlerle imzaladığımız protokol sayesinde bu süreci kayıpsız atlattık. Üstelik bu protokolü daha devletimiz hiçbir önlem almamışken imzaladık. Karşı karşıya kalabileceğimiz zararları önceden hesapladık bunun önüne geçmeye çalıştık. Hiçbir arkadaşımızın işten çıkarılmayacağını altını çize çize belirttik. Kendi isteğiyle ayrılanlar hariç hiçbir arkadaşımız işten çıkmadı. İşyerlerinde üretimin durması halinde ücret kaybı yaşanmaması için bir düzenleme ekledik. Üyelerimiz üretim dursa bile ücretlerinin tamamını, kısa çalışmaya başvuran işyerlerinde ise ücretlere ek olarak ikramiye ve yakacak yardımlarını da aldı. Üretim devam ederken, işyerlerinde gerekli önlemlerin alınmaması halinde İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu uyarınca çalışmaktan kaçınma hakkımızı kullanacağımızı metne ekledik. Üyelerimiz arasında da pozitif vakalar görülmesi üzerine 150 bin arkadaşımız için Tamamlayıcı Sağlık Sigortası’na eklediğimiz ek maddeyle Covid-19’u sigorta kapsamına aldık. Sadece kendi gemimizi kurtarmak için de uğraşmadık. Örgütsüz metal emekçilerini de güvencemiz altına alma mücadelesi verdik. Salgın sürecinde 20 binden fazla arkadaşımızı ailemize kattık. Salgınla ön cephede savaşan sağlık çalışanlarımızı da unutmadık. Bu süreçte otellerimizi onlara tahsis ettik.

Türkiye’de her dönemde konuşulup hayata geçirilemeyen belli başlıklar var. Bunlar sizin açışınızdan çözümü mümkün mü?

Bakın bizim anayasamızda Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir yazıyor. Sorunlarımızın çözümü, bu maddede yatıyor. Bu tanım eğer eksiksiz olarak hayata geçerse bizim sorunlarımız çözülecektir. Tüm kesimlerin kendilerini özgürce ifade edebildiği demokratik bir ülkede, inançlara saygılı bir laik düzende, emeğin hakkının sonuna kadar korunduğu, herkesin adalet önünde eşit ve özgür olduğu bir ülkede yaşamak için çaba gösteriyoruz. Bizim 12 Eylül’den bu yana olan bütün sıkıntılarımızın çözümü bu maddede yatıyor.

Emekçilerin hak ve özgürlüklerini kullanabilmesi için, 40 yıllık tahribatın giderilmesi için demokratik haklarımızı kullanmamız gerekiyor. Emekçileri koruyan yeni yasal düzenlemeler gerekiyor, ama bu yasal düzenlemelerin gerçekten hayata geçirilmesini sağlamak, var olan ilkeleri benimsemek gerekiyor. Örneğin, az önce de bahsettim, örgütlenme hakkı Anayasamız da dahil olmak üzere tüm metinlerde var, peki biz bu hakkı kullanabiliyor muyuz? Kullanamıyoruz. Sendikalar Kanunu, 2012 yılında Uluslararası Sözleşmelere, ILO normlarına göre düzenlendi. Sendikalaşma özgürlüğü dediler, o tarihten bu yana sadece TÜRK-İŞ bünyesinde 20 binden fazla işçi örgütlenme sırasında işinden oldu. Bu yüzden yeni düzenlemeler ve bu düzenlemelere bağlı kalınacak bir sistem gerekiyor.

Vergide adalet konusu örneğin, yıllar süren mücadelemiz sonunda bir nebze olsun sağlandı. Ama sorunlarımız o kadar çok ki, bu 40 yıllık süreçte o kadar üst üste eklenerek büyümüş ki mücadelemiz bir yere kadar bize destek sağlıyor. Mesela, işçi alacaklarının tıpkı geçmişte olduğu gibi yeniden öncelikli alacak haline gelmesi birinci ya da ikinci sırada olması gerekiyor. İşverenden alacağı olan işçileri üç kuruşa razı etmeyi amaçlayan arabuluculuk sisteminin düzenlenmesi gerekiyor. Grev ertelemelerinin, Yüksek Hakem Kurulu tehdidinin, kısacası çalışma yaşamında emekçilerin elini kolunu bağlayan ne varsa hepsinin elden geçirilmesi emekçileri koruyan, kollayan düzenlemelerin yapılması gerekiyor.

Kıdem tazminatı ve esnek çalışma modeli konusuna yaklaşımınız nedir?

Türkiye işçi sınıfının son kırk yılı, kazanılmış haklarına gelen müdahaleleri engelleme mücadelesiyle geçti. Tüm dünyada işçi hakları neoliberal politikalar sonucunda gerilemeye başlamışken, ülkemizde bu durum diğer ülkelerden daha ağır yaşandı. 1961-1980 dönemindeki işçi kazanımları piyasa elinde eritildi. İşveren sendikaları hükümetler üzerindeki etkisini daha da artırdı. Kamu harcamaları geriledi ve devletin koruyucu sosyal niteliği giderek törpülendi. Çok uluslu şirketlerin üretimlerini Türkiye’ye çekmek isteyen hükümetlerin başlatıp ısrarla takipçisi olduğu, sermaye çıkarlarını her şeyin üstünde tutan uygulamalar, çalışma yaşamını ve emeği de derinden etkiledi.

O dönemden beri, işverenlerin, hükümetlerin elimizden almaya çalıştığı, kapsamını daraltmak istediği, birçok model geliştirerek yok etme girişiminde bulunduğu ama her seferinde büyük mücadeleler sonucu izin vermediğimiz tek bir hak kaldı; kıdem tazminatı. Bugün bu hakkımız halen varsa, tüm müdahalelere rağmen halen savunuyorsak bu işçi sınıfının verdiği mücadele sayesindedir. Ben kıdem tazminatını işçinin 13. ücreti olarak görüyorum. 12 aylık çalışması sonucunda işçinin elde ettiği ekstra bir ücret olarak görüyorum. Ücretin ödenmemesini nasıl kabul etmiyorsam, kıdem tazminatının yok edilmesini de kabul etmem, bu hakkın elimizden alınmasını kabul etmem. Biz, kıdem hakkımızı bizden öncekilerin savunduğu gibi sonuna kadar savunacağız. Sadece kıdem hakkımızı savunmakla da kalmayacağız. Esnek çalışmayı, güvencesiz çalışmayı, kayıt dışılığı, taşeron işçiliği, kuralsız çalışmanın her türlüsünü reddedeceğiz. Mücadelemizi bu doğrultuda vereceğiz.