KRİZ İLE BÜYÜYEN PEYNİR ÜSTADI

 

IMG_4966

RÖPORTAJ: SEDA GÖK

Onlar yörük bir aile… Adana’da başlayan bu hikaye; Konya, Antalya ve İzmir’de şekilleniyor. Hayvancılığın her şeyini bilen Gürler Ailesi, bugün süt ve süt ürünleri alanında Türkiye’nin en büyük 5. fabrikasına emek veriyorlar. Öte yandan tesadüfen girdikleri perakende sektöründe Gürmar markası ile emin adımlarla ilerliyorlar.

Gürler Ailesi’nin beyin takımında yer alan Kosat Gürler ise kelimenin tam anlamıyla peynir üstadı…

Süt üretimi ve süt sektörüne yönelik önemli hedefler belirleyen Kosat Gürler, bu hedefleri sürekli defterine not ediyor. O deftere yazdığı projelere de doğru zamanda hayat veriyor.

Üretim ve sanayileşme odaklı bir yaklaşım sergileyen Kosat Gürler,  fabrikadaki üretim kapasitesini arttırmak başta olmak üzere hayvancılık konusunda yapacağı yatırımların heyecanını bizimle paylaşıyor.

Türkiye’deki birçok girişimci 2017 yılında mevcudu koruma odaklı bir yıl olarak geçirmeyi planlarken, Kosat Gürler ve Gürler Ailesi “krizi doğru yöneterek, fırsata çevirmeye” odaklandı.

1990 ve 2000 yılında yaşanan ekonomik krizlerden büyüyerek çıktıklarını anlatan Kosat Gürler “Biz krizleri doğru yönettik. Biz ülkemize bölgemizin insanlarına güveniyoruz. Karşılığını alamadığımız hiç bir yatırım olmadı. Karşılığını gördük. Bu krizde de inşallah iyi ki bu işe başlamışız diyeceğimize inanıyorum” diyor.

Ege Bölgesi Sanayi Odası Meclis Üyesi, Tire Organize Sanayi Bölgesi Yönetim Kurulu Başkanı ve Ambalajlı Süt Ürünleri Derneği Yönetim Kurulu Üyesi de olan Gür Süt Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş. Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Kosat Gürler’in başarı öyküsü üzerinden süt ve peynir sektöründe yaşanan gelişmeleri, perakende alanındaki mevcut durum, yeni yatırım kararları ve Türkiye ekonomisindeki gelişmelere ışık tuttuk.

 

Sizi sizden dinleyebilir miyiz?

Aslen Konya Beyşehir Dumanlı Köyü’nden göç ettik. Torosların eteğinde ‘yörük’ olarak yaşardık.

Dedelerimiz Adana’dan Konya’ya gelmişler. Bir kısmı Konya’ya yerleştikten sonra Adana’ya geri dönmüşler. Bir kısmımız hala Adana’da yaşıyor. Kış aylarında havalar çok soğuk ve şartlar zor olduğundan; Antalya, Aydın ve Isparta gibi daha güneyde olan bölgelere hayvanlarımızı götürüyorduk. Yaz aylarında da dağlar serin olduğu için hayvanlarımızı yaylalara doğru göç ettiriyorduk. Hayvancılık bittikten sonra ailemizin bir bölümü Antalya’da bir bölümü de yaylada kalmış. Biz o yaylada kalan bölümde yer aldık. Biz 8 kardeşiz.  Daha sonra Antalya Serik’e göç ettik.  Serik’te en büyük ağabeyimizin kendi mesleği olan soğuk demir işi vardı ve diğer abilerimde bu işi yapıyorlardı.

80’li yıllarda atalarımızdan gelen hayvancılık tecrübesi ile Muzaffer abim Serik’te çökelek ve kırma peynir işini bizden önce yapan akrabalarımızın yanında çalışmaya başlayarak işe girmiş oldu. İlerleyen yıllarda diğer abilerimle birlikte bizlerde sektöre adım attık. Ta ki 90’lı yılların başlarında Antalya’da turizm sektörünün patlaması ile dünyaca ünlü turizm merkezlerinden olan Belek ve Kadriye bölgeleri başta olmak üzere hayvancılık bittiğinden dolayı üreticiden alıp sattığımız ürünlerin Pazar payı küçülmeye başladı.  

 

 

Bu küçülme hayvancılık sektöründeki krize sebep oldu ve dolayısıyla bizim bu sektördeki işimiz bitti. İş bitince İzmir’e gelmek zorunda kaldık. Ve bu bizim yaşamış olduğumuz ilk krizimizdi ancak bu krizi fırsata çevirerek o krizle büyüdük.  Yani bizim sektöre başlayışımız 1990 yılındaki turizm patlaması ve oradaki hayvancılığın bitmesi oldu.

 

İzmir’e geldiğimizde süt sektörüyle daha içli dışlı bir yapımız oldu. 2002 yılına kadar Türkiye’nin sayılı toptancıları arasına girdik.  Çok büyük bir stokumuz vardı. Sıcak satış diye tabir edilen direk market, pazarcı ve şarküteri gibi ürün pazarlama ağımız da genişledi.  2000 yılına geldiğimizde ülkemizde yaşanan krizle beraber bizim sektördeki krizden kaynaklanan ve alacak tahsilatından başlayan sıkıntıdan market sektörüne girmiş olduk. Bu arada biz bu sektörde olan 5 kardeşiz.  

2000 yılında tesadüf mü yoksa zorunluluk mu diyelim, bir müşterinizin size devrettiği market ile perakende sektörüne giriyorsunuz. O hikâyeyi biraz daha ayrıntılı dinleyebilir miyiz?

Biz müşterilerimizle bir aile gibiyiz. O dönemde işler bozulunca bir abimiz bu işi yapmamız ve devam ettirmemiz için çok baskı yaptı. Biz de kardeşler olarak oturduk, bu durumu görüştük ve bu sektörde de devam etme kararı aldık.

İlk mağazamızı Yeşilyurt’ta aldık. Burası 150-160 metrekare üzerine kurulu bir alana sahipti.  Bugün 25 mağazamız var ve ortalama her biri 300 ile 1000 metrekare arasında değişen büyüklüktedir.

Gürmar’da 800 kişi, Gürsüt’te 350 kişiye istihdam sağlıyoruz. Tire Organize Sanayi Bölgesi’nde var olan süt ve peynir altı suyu tozu tesisini satın alarak ProGıda ismi altında süt sektörü ile bağlantılı olan bu işe de girmiş olduk. Peynir altından çıkan suların bertarafı bizim işimizde çok büyük sıkıntı. Onu tozlaştırmadan arıtımı yapılamıyor. Bertaraf yok ancak onu o kulede süt tozu gibi suyunu uçurarak içindeki kuru maddeyi toz yapıyoruz. Aslında çok değerli bir madde ve birçok gıdada kullanılan bir ürün… Ailemiz gittikçe büyüyor ve şu anda toplamda 1200’e yakın çalışanımız var.

 

Gürsüt’ün pazar payı üretimimizin olmamasından dolayı bir yere gelince tıkandı ve bu da bizim yaşadığımız sektörde ki kriz ile birlikte üretici kimliğini kazanmamızı sağladı. Aile toplantılarında karar defterine yazdığım bir söz vardır. Bu da “Üretim esastır”.En büyük abim bunu hep söyler, nitekim 2002 yılında 2 ton süt ile Ödemiş’te üretime başladık.

 

Yılda kaç ton süt işliyorsunuz?  

Ödemiş’teki fabrikamızda günde 200 ton süt işleme kapasitemiz var. Tire Organize Sanayi Bölgesi’nde yapmış olduğumuz fabrikamızın kapasitesi 500 ton ama orada kapasite 1500 tona çıkabilecek bir alt yapıya sahip. Buraya Şubat ayında taşınacağız ve ilk üretimimizi bu ayda başlayacağız. 2017’deki hedefimiz 300-350 ton, 2018’de 500 ton daha sonra bu miktarı artırarak devam ettirmek.

Tire’ye ne kadarlık bir yatırım gerçekleştirdiniz?

Şu anda orada 80 milyon TL bir yatırımımız var ama dediğim gibi 2017’den sonra ek yatırımlar yapıp üretimimizi artırarak 1000-1500 tona çıkarmayı hedefliyoruz.

Yeni fabrikanıza geçince üretim çeşitliliğiniz artacak mı?

Asıl iş kolumuz peynircilik. Şu an sadece peynir üretimimiz var. Yeni işletmemize geçince zaman içinde Süt, Yoğurt, Ayran ve Peynir olarak 4 ürün grubunda da üretim yapmayı planlıyoruz.  Besicilik market tarafında et işiyle alakalı ve Gür Süt’teki süt işletmemizde de kullanabileceğimiz bir süt yatırımı 1000 dönüme yakın bir arazi aldık. Fabrikamız bitsin sonra orada inşallah hem büyük baş et hayvancılığı hem de süt üretimini gerçekleştireceğiz.

İzmir süt konusunda önemli bir üretim üssü durumunda…

İzmir, Türkiye’nin Hollanda’sı diyebiliriz. Sebebi şu; sektörümüzle ilgili ve oradaki sektörü incelemek için Hollanda’ya gittik. Orada bizi şaşırtan ilk şey kooperatifçilik oldu. Kooperatif sütün yüzde 96’sını tek başına topluyor, sütün yüzde 80’ine yakını o kooperatifte işleniyor. Orada bize kooperatifin kurucularının resmini gösterdiler ve bakın dediler ortadaki Osmanlı.  O kooperatifin ilk kurucularından biri Türk’müş.

Orada kaba yem dediğimiz yemin fiyatı çok düşük. Hollanda’da çok yağış olduğu için süt maliyeti de dolayısıyla düşük. Yurt dışına gönderdikleri süt ve tarım ürünleri ihracatı bizim sanayi ihracatına yakın. Bizim bölgemizin özelliği de bir senede 3 mahsul yetiştirilebiliyor. İnsana yönelik ürün ekmek yerine hayvana yönelik kaba yem gibi ürünlerden bizim köylü daha çok kazanıyor.  Çünkü köylü hayvanın etinden sütünden her değerinden yararlanıyor. Bu yüzden bizim bölgede süt verimliliği gelişmiş durumda.

İzmir hayvancılıkta ilklerin şehridir. Hala Türkiye’ye damızlık düve satışının çoğu buradan yapılır.  İzmir, süt sektöründe Türkiye’de birinci sırada… Sebebi de süt maliyetlerinin daha düşük olması, üreticilerin diğer bölge üreticilerine göre daha rahat olması İzmir’i bu duruma getiriyor. Burada sadece sanayi eksiğimiz var. Ürettiğimiz sütün yaklaşık olarak üçte ikisini dışarı satıyorduk. Bursa, Adapazarı ve Eskişehir gibi şehirlerdeki bütün büyük firmalar sütü buradan taşıyor. Yani Ege Bölgesinin eksiği sanayiciydi. Büyük şirketlerin patronları hep İstanbul’a ne kadar yakınsa o kadar iyi diye düşünüyorlardı ama ham maddeyi unutuyorlardı. Ham maddeye ne kadar yakınsanız maliyetiniz o kadar düşüyor. Şimdi büyük firmalar süt üretimi fazla olan bölgelere fabrikalar kurarak maliyetlerini düşürmeye başladılar.  Rekabeti arttırmak için bunu yapıyorlar.

Peki, bu eğilim böyle devam eder mi? Yatırımcıları bu bölgeye çeker mi, sizin duyumlarınız var mı?

Açıkçası duyumlarımız yok ama bölgemiz yeniliklere açık her an her şey olabilir. Alt yapısı hazır Tire Organize Sanayi bölgemiz var. Dışardan gelecek olan yatırımcılara da kapımız açık. Bölgemizde süt var ve hammadde sıkıntımız yok.

TarımBakanlığı’nda bir çalışma var.  Özellikle sütün kalitesine göre fiyatlandırmaya gidilmesi yönünde… Ege Bölgesi’nde ya da diğer bölgelerdeki üreticiden çıkan sütün kalitesi daha iyi ise fiyat olarak bir miktar daha fazla verilmesi konuşuluyor. Sizce böyle bir yapılanma sektör için uygun mu?

Katılıyorum. Hijyen ve kalite anlamında Türkiye’nin daha çok yol alması gerekiyor. Baktığımızda zaten çok yol kat ettik ama üreticimizi biraz daha bilinçlendirip, daha verimli ve kaliteli üretim yapmalarını sağlamamız gerektiğine inanıyorum.

Ama bizim insanımız başına bir şey gelmeden ne kadar anlatılırsa anlatılsın bunu yapmıyor. Bakanlığımızın yapmış olduğu bu uygulama geç kalınmış bir uygulama, biz bu konuyu her zaman her yerde sektörün her kesimiyle konuşuyoruz.  Dünyada bu işin kuralı sütün kuru maddesi, yağı ve proteini gibi özelliklerine bakılarak fiyatı yapılandırılır. Maalesef bu bizde tam tersi arz talep dengesine göre fiyatlandırması yapılıyor.

Bakanlığımızın yaptığı bu çalışma hem bunu ortadan kaldıracak hem istikrarı sağlayacak. Burada iki tane olumlu gelişme olacak. Bu şekilde hem fiyat dengesi olacak hem de kaliteli ürünler daha fazla olacak. AB’nin bizden ürün alması için gelip işletmelerimizi denetleyerek onay numarası veriliyor ve “Benim onay verdiğim şu çiftliklerden süt alırsan senden ürün alırım” diyor. Bu şeklide AB’nin onay verdiği işletmelerimiz var. Benim zoruma giden şey şu; AB’de yaşayan insanda, bizim ülkemizde yaşayan vatandaşlarımız insan değil mi? Bizi başarılı kılan özelliklerimizden birisi de bu aslında biz çocuklarımızla birlikte tüketmediğimiz ürünlerimizi insanımıza tükettirmiyoruz.

“Artık Avrupalı Türk sütü içecek. Sütün üretim üssü Türkiye olacak…” diye çok sayıda haber başlığını okuduk. Hala yabancı sermayenin sektöre ilgisi fazla mı yoksa o bir rüzgâr mıydı?

Avrupalıyı bilmem ama Ortadoğu’ya şu an bizim üzerimizden uçaklarla peynirler gidiyor bu da benim çok zoruma gidiyor. Ortadoğu’ya Avrupa’dan giden ürünler olduğu için kendi adıma söyleyeyim çok üzülüyorum.

Peki, biz neden Ortadoğu’ya satamıyoruz?

Burada birçok sebep var. Maalesef bir diğer sorunumuz ‘Marka’ olamayışımız. O da sanayiciler olarak bizim suçumuz. Markalaşma kültürü en büyük sıkıntımız.

Hala sokak sütünü tartışıyoruz. Türkiye neden bu konuda yol alamıyor? Neden hala denetimler yeteri kadar yapılmıyor?

Sektörümüzle ilgili bazı hocalarımız çok zamansız, gereksiz ve talihsiz açıklamalar yapıyor. ‘En sağlıklı süt, sokak sütü diyorlar’ burada ne oluyor? Sanki bizim sanayideki ürünlerimizin içinde bir katkı maddesi varmış gibi hitap ediliyor. İnsanımız da bu konuda çok hassas hemen sokak sütüne dönüyor. Ama sokak sütünün nereden geldiği, sütün temas ettiği kaplar çok önemli. Hocalarımız bunları bilmeden konuşuyorlar ve ondan sonra sektör olarak bunun sıkıntısını biz çekiyoruz.

Sokak sütünü alan alıcı, yoğurt yapımında kullanıldığında yoğurdun daha güzel mayalandığını söylüyor. Böyle de bir durum var. O zaman sıkıntı nerede?

Bazen ben de eve çiğ süt götürüyorum. Sütü evde kaynattığımızda kokusu, aroması tadı güzel oluyor. İnsanlarımıza bu farklı geliyor olabilir. Sektörde ambalajlara konulan iki çeşit süt vardır. Biri pastörize yani düşük ısıl işlem görmüş diğeri ise UHT dediğimiz yüksek ısıl işlem görmüş ürünlerdir. Her ikisinde de üründen belirli oranlarda yağ oranı alındığı için çiğ süt kaynatıldığında üzerine çıkan kaymak bu ürünlerde görülmez ve bu sebepte tüketicinin tercih sebebi de olabilir. Toplumumuzda şu da var, rafta bir ay dayanan ürünler var. İnsanımız da bunların doğal olmadığı, ve katkı maddesi içerdiğini düşünüyor. Haksız mı, bence değil. Sütün mayaya çaldıktan sonra dolaba koyduğunuzda kapağını açmasanız bile bir hafta sonra açtığınızda illa ki üzerinde hafif bir yeşillenme küflenme olur. Tadında mutlaka hafif bir ekşime olması lazım. Çünkü doğal ve canlı bir şey…

Biz de sadece Gürmar’da satmak için yoğurt üretiyoruz, hiçbir koruyucu madde koymuyoruz. Mağazaya şikayet geliyormuş, sizin yoğurt su bırakıyor, küfleniyor çabuk ekşiyor diye.  Bunun yanında da gelip sizin yoğurdunuz doğal, su bırakıyor, ekşiyor teşekkür eden müşteri kitlemizde var. Aynı sebepten bir şikayet alıyoruz, bir teşekkür alıyoruz.

Yani biz önümüzdeki dönemde de bu sokak sütü muhabbetini yapmaya devam mı edeceğiz?

Maalesef bu bitmeyecek. Bakanlığımızın geçmişte bir çalışması vardı; çiğ süt tebliği ile çiftlikten satış noktasına kadar izlenebilirlik çalışma yaptı. Çiğ süt nasıl satılır, nasıl şartlarda saklanır vs. birçok noktada gerçekleşti. Bakanlığımız bu çalışmasını hızlandırsa iyi olur. İnsan sağlığı açısından kontrolsüz çiğ süt satışını ben uygun olmadığını düşünüyorum.

Peki, verimi artırmak için neler yapılabilir?

Süt verimi demeyeyim ama bizim kendi sektörümüzün en kötü tarafı şu; yaz aylarında süt verimi olabildiğince düşüyor, tüketimi de aynı oranda artıyor. Bundan dolayı ülkemizde et ve sütle ilgili bir sıkıntı var.

Süt verimliliği ile alakalı çalışmalar yapılıyor ama son günlerde en çok tartıştığımız konu simmental, jersey ve birkaç tane daha böyle et cinsi hayvanlar var, süt verimi az ama bir litre sütün içinde yağ ve kuru maddesi daha yüksek hayvan ırkları var. Üreticimizi buraya doğru yönlendirip, devlet desteklerini bu hayvan ırklarına verirsek iki sorunu birden çözeceğiz.

Bir;    Verimli süt sorunu,

İki;     Et sorunu.

Peki, perakendede nasıl bir yol belirlediniz?

İzmir’in ilçelerinde bile şube açılması yönünde bir istekte bulunduğumda şöyle bir karşılık almıştım.

Büyüklerim; “İnsanımızı mağazalarımıza çekmek için alt yapımızın önce sağlamlaştırmamız gerektiğini” söylediler. Alt yapımızı güçlendirmeden, ulaşamayacağımız uzak yerlere mağaza açmak bize ve markamıza zarar getirir demişlerdi ve şimdi doğru söylediklerini anlıyorum. 25 mağazamızdan çalışan personelimize Gürmar Akademi diye kendi bünyemizde bir birim kurduk. Orada sürekli eğitim var ve ben bununla gurur duyuyorum.

Çalışanlarınızın yaş ortalaması nedir?

Bizim personelimiz çok genç, 20 ile 40 yaş arasında. Dışardan yeni yönetici almıyoruz. Kendi yetiştirdiğimiz personelimizi yönetici olarak atıyoruz. Bu şekilde devam edersek neden olmasın? İzmir’den ilçelerine, ilçelerinden Ege’ye, Ege’den Türkiye’ye açılım sağlayabiliriz.

2017’de rakamsal hedef belirlediniz mi? 25 mağazadan 30 mağaza sayısına ulaşmak gibi…

Rakamsal bir hedefimiz yok. Bizim müşteri portföyümüz her kesime uymuyor. Yani İzmir’de her sokak caddeye bir Gürmar açacak diye bir hedefimiz yok. Özellikle şarküteride çok iddialıyız. Türkiye’de en iyi sebze meyve nerede yetişiyorsa gidip oradan getiriyoruz. Haftalık değil yıllık sebze meyve alıyoruz. Var olan depomuza depoluyoruz. Rafın en üstündeki ürünümüz nasılsa en altındaki de aynı. Fiyatlarımız bu sebepten dolayı biraz yüksek. Müşterimiz bizden aldığı hiçbir ürünü çöpe atmıyor. Bizim kemikleşmiş bir müşteri kitlemiz var.

Peki, perakende açısından baktığımızda İzmirli tüketici profili nasıl?

Ankara farklı, Ankara müşterisi yerel marketlere çok sahip çıkıyor. İzmir’de biz o anlamda biraz şanssızız. Aslında şanslı şanssızız. Neden, Burada Tansaş gibi bir gerçek vardı. İzmir halkı, Tansaş’ı kendi mağazası kendi evi gibi düşünüyordu. Hiç etikete bakmadan parasını ödeyip çıkıyordu. O zamanlar İzmir’de bu kadar market yoktu.

Yani burada Tansaş’lardan dolayı bizim gibi yerel marketler çok güçlenemedi. Tansaş’lar satıldıktan sonra, Tansaş’tan Kipa’ya geçildi. Maalesef yüz tane İzmirli ailenin kurduğu şirketti ve İzmirli sahiplendi ama nitekim satıldıktan sonra, birden elini ayağını çekti.

İnşallah Gürmar’da İzmir’in Tansaş’ı, Kipa’sı olabilir.

Aile Anayasası oluşturdunuz mu?

Anayasamız var. İnşallah uyarız. Toplam 5 kardeşin 16 tane çocuğu var. İçeriye gelin ve damatlarda girdiği zaman sayı çoğalıyor.

Burada ailemizin gelenek göreneklerini ikinci nesil ve oradan da nesilden nesile ulaşmasını sağlayabilirsek ticari kuralların hayata geçirilmesi daha sağlıklı ve rahat olacaktır.

Şimdi not defterinize ne yazıyorsunuz?

Üretim hedefimize daha ulaşamadık benim aklımdaki üretim kapasitesi çok daha fazla. Bin 500 ton…gibi. Ben de proje bitmez. Tire’de 1000 dönümlük bir arazi alımı yaptık. Hollanda‘da şunu gördüm. Süt taşıyan tankerlere güneş enerjisi paneli giydirmişler. Sordum, sistem şöyle işliyor:

Bir tankeri düşünün. Yıllık şu kadar sütü toplarken oradaki enerji maliyetini kendi karşılıyor. Yolda giderken aküde biriktiriyor. Hollanda’daki güneş ne kadar? Ülkemizle kıyasladığımız da bu sistemi kurduklarına göre bizim hiç durmadan güneş enerjisi ile ilgili yatırımlara başlamamız gerektiğini düşünüyorum. Şu an yapacağımız yatırımlardan birisi, güneş enerjisi ile ilgili yatırım.

Gürmar markasını başka hangi sektörlerde göreceğiz? İnşaat sektöründe de olduğunuzu görüyorum. Dağılma mı var?

Dağılma demeyelim. Ben ikinci nesil ile arada yaş farkı en az olan kişi olduğumdan dolayı köprü görevi görüyorum. Değişik sektörlere yönelmeleri tavsiyesinde bulundum. Çünkü hepsi yöneticilik alanlarına yöneliyorlar. İnşaat sektörü krizlerde birçok sektörde nakit akışını hızlandırdığı için ülkemizde yeni yatırımlar bu alanda bitmiyor. Bu yatırımlar için ikinci nesile “Biriniz mimar olun, biriniz inşaat mühendisi olun, birleşin” dedim.  İnşaat sektörüne giriş hikâyesi buradan çıktı. Çok iddialı değiliz.

Anlattıklarınız çok güzel ama Türkiye çok zor bir dönemden geçiyor. Ankara’daki sohbetlerde insanların daha temkinli daha bekle-gör politikası izlediğini görüyorum. Sizde ise girişimcilik ruhunu bu dönemde aktif olarak görüyoruz. Doğru mudur?

Biz krizleri doğru yönettik. Biz ülkemize bölgemizin insanlarına güveniyoruz. Karşılığını alamadığımız hiç bir yatırım olmadı. Ve krizlerde yapmış olduğumuz bütün yatırımlarda hiçbir zaman pişman olmadık. Allah bize pişmanlıklar yaşatmasın.

Genç girişimciler bu dönemde nelere dikkat etsinler? Eklemek istediğiniz mesaj var mı?

Ülkemizde sıfırdan başlayarak bir yerlere gelmiş şirketlerin büyük çoğunluğu aile şirketleridir. Ve bu şirketlerin en büyük sorunu yönetim kısmında bulunan kişilerin yaşamış olduğu yoksulluklar ve yaşanmamışlıkların çocuklarımızın da aynı şeyleri görmesin yaşamasın diye onlara hak etmeden sunduğumuz imkanlar, Ve bu sebeb ile maalesef gençlerimizde kendilerini geliştirmelerine, eğitimlerini tamamlamalarına ve gelecek ile ilgili plan yapmalarına engel olmuştur. Buda bizim onlara yapmış olduğumuz en büyük yanlışlarımızdan bir tanesidir.

Fakat ülkemizde KOÇ Holding gibi bir örnekte bulunmaktadır. Rahmetli Vehbi Koç’un başta çocuklarına ve birlikte çalıştığı kişilere tavsiyesi ; Hep insana yatırım en büyük yatırımdır, Bu anlayışıyla onların eğitimi, gelişimi ile ilgili koyduğu kuralların uygulanması bizlere ortaya çok güzel sonuçlarında çıktığını göstermektedir.