“TÜRK MEDYASI FAZİLET SINAVINDAN GEÇEMEDİ”

 

IMG_1458

RÖPORTAJ: SEDA GÖK

Kimilerine göre Birleşmiş Milletler(BM)’e genel sekreter olabilecek bir kişi, kimilerine göre ise dünyayı yönetebilecek güce sahip bir adam… Gözlem Gazetesi Kurucusu Çetin Gürel, 55 yılını Türk medyasına ve İzmir’e adamış bir isim… Türk medyasının batıya açıldığı İzmir’in yetiştirdiği usta gazeteci, İstanbul medyasında da Sabah’ın kuruluş hikâyesini yazan isimler arasında yerini alıyor.

İlerleyen yıllarda İzmir’e vefa borcunu ödemek için Gözlem Gazetesi’ni kuran Çetin Gürel, bugün hala işinin başında, genç gazetecilerin yetişmesi için gazetesinde hocalık yapıyor.

Türk medyasının geldiği noktayı “Fazilet sınavından geçemedi” diye değerlendiren Çetin Gürel, bu sürece ilişkin tespitlerini “Yalan haber moda oldu.  Sağlıklı düşünceye hasret kaldık.  İnanın; medya mensubu olarak çok üzgünüm. Kendi meslek birlikteliğimiz bile kayboldu” diye anlatıyor.

İzmir’de gazetecilik yapmanın zorluklarına da dikkat çeken Gürel, İzmir iş dünyasının yerel medyasına sahip çıkması gerektiğini söylüyor.  EGİAD YARIN Dergisi’ni ağırlayan Çetin Gürel’in gazetecilik hikâyesi üzerinden Türk ve İzmir medyasının geldiği noktaya, yaşanan sorunlara, yapılması gerekenlere ışık tuttuk.

 

Çetin Gürel; gazeteciliğe nasıl başladı?

Gazetecilik aklımda olan bir meslek değildi. O tarihlerde ticaret lisesinde okuyordum.  1959 yılında son sınıftaydım. Bizden bir dönem önce mezun olan arkadaşım Ergüder Tırnova, Sabah Postası Gazetesi’nin spor servisini yönetiyordu. Bir çarşamba günü telefon edip, “Alsancak Stadı’nda maç var, gönderecek adamım yok, gidip o maçı izleyip bize yazabilir misin?” dedi. Sporu seviyordum. Gazeteciliğe ilk böyle başladım.

Peki, mesleki hayaliniz neydi?

Ortaokul yıllarında deniz subayı olmayı istiyordum.  Bu hayalimin önüne babam set çekti. “Deniz subayı olmak deniz ile evlenmektir. Evini unutacaksın, çocuklarını üç ay görmeyeceksin. Buna katlanma” dedi. İstanbul’da Beşiktaş Yıldız İlkokulu’nda okudum. O yıllarda 1 Temmuz tarihlerinde Kabotaj Bayramı’na giderdik. O beyaz kıyafetli deniz subaylarını görünce benim de hayalim deniz subayı olmak idi.

Alsancak Stadı’ndan sonra süreç nasıl ilerledi?

O gün Demirspor-Yeşilova maçı vardı. Demirspor frikikten attığı gol ile maçı 1-0 kazandı. Haber için gerekli notlarımı aldım. Sabah Postası’na geldim. Binası Eski İktisat Kongresi’nin olduğu çevrede idi. Haberimi yazdım. Yazı işleri gerekli düzeltmeleri yaptı. Ertesi gün “Çetin Gürel” imzalı ilk haberimi görünce bana cazip geldi.  Sonra o hevesle her hafta sonu gazeteye gidip gelmeye başladım. Benim çalışmalarım etrafımdakileri de ilgilendirdi ki, 1 Şubat 1960 tarihinde Ege Ekspres Gazetesi’ne spor muhabiri olarak başladım ve benimle sözleşme de imzaladılar.  O dönemde spor bölümünün başında Erdoğan Sungur vardı.  İşte gazeteciliğe böyle başladım.

Atilla İlhan ile yollarınız nasıl kesişti?

Ege Ekspres’de bir yıl kadar çalıştım. 1961 yılı Nisan ayında Demokrat İzmir Gazetesi’ne geçtim. Orada farklı genel yayın yönetmenleri ile çalıştım ve daha sonrasında genel yayın yönetmeni olarak Atilla İlhan göreve geldi. O dönem; gerçekten meslek hayatımda iz bırakan bir dönemdir. Gazetenin sahibi o yıllarda Ayten Düvenci idi.  Demokrat İzmir Gazetesi’nin sahibi Adnan Düvenci vefat etmişti. Hiç unutmuyorum bir gün bizler, Atilla Bey’in odasının kapısında konuşuyorduk. Ayten Hanım merdivenlerden çıktı ve  “Burada ne yapıyorsunuz.  Atilla Bey, siz toplantı yapmıyor musunuz?” dedi. O da bunun üzerine “Bizler arkadaşlarla toplantı yapmayız, biz karşılıklı bakışarak anlaşırız” dedi. Bu söze Ayten Hanım çok fevri bir çıkış yaptı. Topuklu ayakkabılarının sesini hala hatırlarım.

Atilla İlhan; disiplini, insanlara bakışı, kültür düzeyi ile çok farklı biriydi.  O tarihte Türkiye’de yabancı dil bilen sayılı isim vardı ve onlardan birisi idi. Ayrıca İzmir basınında ondan başka Cemil Devrim dışında bir elin parmakları sayısı kadar yabancı dil bilen vardı.

O yıllarda İzmir basını nasıldı?

Kendi yağı ile kavrulurdu. Çalışanlarını çok mutlu eden bir yaşam tarzı yoktu. Ama kimse de “Açız” demedi. İmkânlar belli idi. O tarihlerde öğle yemeğinde Kemeraltı’nda pide yediğimizde mutlu insanlardık. Bu; sanırım o günkü koşulları tarif ediyordur.  1 Mayıs 1976 tarihinde de Dinç Bilgin beni Yeni Asır Gazetesi’ne çağırdı.

O tarihe kadar hep spor odaklı bir çizginiz mi vardı?

Demokrat İzmir’de 1967 yılında grev oldu. Sendika ile gazete arasında kol işçileri greve gitti. Yazı işleri greve gitmedi. 16 ay gazete kapalı kaldı. Bizler her gün gazeteye gittik ve çalıştık.

Finansman nasıl sağlandı?

16 ay boyunca maaş alamadık. 5 kuruş para alamadık. Bugün bir iki ay maaş alınmayınca küsen giden gazetecileri düşünüp değerlendirmek lazım.

Peki, siz nasıl geçindiniz?

Eşim öğretmen idi. Onun maaşı ile geçindik.  Grevden sonraki süreçte birinci sayfa yapımına odaklandım ve yerim de değişti. 1974 yılında yazı işleri müdürü oldum. 1976 yılında Yeni Asır’a çağrıldım. Dinç Bilgin “Biz seni istiyoruz” dedi.  “Bir yanlışlık olmasın, ben sosyal demokrat bir gazetenin yazı işleri müdürüyüm. Siz sağ taraflı bir gazetedesiniz. Arkadaşlar beni kabul edecek mi?” dedim. Onun cevabı ise “Ben bir anket çalışması yaptırdım. Yeni Asır’ın okuyucularının beşte üçü CHP’li. Burası tamamen sağ kanat odaklı. Ben bu kanadı kırmak için seni istiyorum. Dengeyi kurmak istiyorum. Yeni Asır’ın içinde çok dukalıklar var. Magazin, spor, Ege masası, haber merkezi… Bu dukalıkları kaldıracaksın. Sana altı ay süre” dedi.

Dinç Bilgin nasıl bir patrondu?

Bana göre; Dinç Bilgin gibi bir patron bizim sektörümüze bir daha gelmedi. 16 yıl onunla çalıştım. Yeni Asır ve Sabah’ta birlikte çalıştık. İşi bilen, çalıştırdığı insanın sırtını sıvazlamasını ama gerektiğinde hatası varsa sözleriyle hırpalayan; uygar, aydın ve batıyı Türkiye’de medyaya getiren insandır. Türk medyası batıya İstanbul’dan değil İzmir’den açılmıştır.

Demokrat İzmir’de çalışırken, insanın aya ilk ayak basışını ya da Muhammed Ali’nin boksta dünya şampiyonu olduğunu tele-foto ile gazetesi Yeni Asır’a veren kişidir.  1969’lu yıllardan bahsediyoruz.  Dinç Bilgin’e mesleki açıdan hiçbir şey söylenemez.  Medyanın merkezine girerek bunu gösterdi.  İstanbul’a gitti. Yeni Asır Gazetesi’nde 10 yıl çalıştım. 120 bin trajlarını gördük. Mesleki olarak o heyecanı artık göremiyorum.

Şimdiki medya patronları ve medya sistemiyle karşılaştırdığımızda geldiğimiz noktayı nasıl görüyorsunuz?

Bugün geldiğimiz noktayı tarif etmek hem kolay hem çok zor…  1985 yılının ikinci yarısı… Sabah;  22 Nisan 1985 tarihinde yayın hayatına başladı. Haziran ayından sonra genel yayın toplantısı sırasında Dinç Bilgin kurmaylarını topladı. Tek soru sordu, “Halk ile medya arasında uçurum artıyor, buna bir çare bulmamız lazım. Bu konuda ne düşünüyorsunuz.” Güngör Mengi, Zafer Mutlu karşımda oturuyor. Benden de fikrimi söylememi istediğinde “Medya Türkiye’de dördüncü kuvvettir. Medyayı fazilet sınavından geçirmemiz lazım. Eğer geçerse bu uçurum kalkar”  dedim. Bu sözü 1985 yılında söyledim. Bugün 30 yıl geçti. Fazilet sınavından geçemediği gibi o günün 3,5 milyon gazete satışı bugün toptan dağıtılanlar da dahil 4,5 milyon. O günkü nüfus ile orantıladığımızda gazete okuma oranındaki artışa bir bakalım.

İkincisi işimize geldiği zaman hükümet yanlısı yani “havuz medyası” deniliyor. Bir taraftan “özgür basın”,  bir taraftan “tarafsız medya” deniliyor. Yani yalan haber moda oldu.  Sağlıklı düşünceye hasret kaldık.  İnanın; medya mensubu olarak çok üzgünüm. Kendi meslek birlikteliğimiz bile kayboldu.

Siz bugün gazetecilik yapabildiğinize inanıyor musunuz?

Yapabildiğimiz ölçüsünde, yasalar çerçevesinde, elimizden geldiğince… Ben gazetecilik yapmaya çalışıyorum. Ama bir gün bunu da yapıp yapamayacağımız konusunda endişelerimiz var. Bugün bizim gazetemiz muayyen bir tiraj ile çalışıyor. Yüksek tirajlı bir gazete olsaydık, başıboş bırakacaklarını sanmıyorum.

Keşke gazeteci olmasaydım diyor musunuz?

Keşke dememiz mümkün değil. Çünkü kendinizi reddetmemiz anlamına gelir. Ailemize ve ülkemize karşı sorumluluklarımız var. Biz cumhuriyet ilkeleriyle büyüdük. Gün geldi, “Şunlar yazılsın, bunlar yazılmasın” diye talepler de geldi.  Ama biz bu taleplerin önünü kapadık. “Biz yaşadığımız sürece bu insanlarla yol alacağız” dedik. Altına imzamızı atamayacağımız yazıyı da koymayız. Biz kimseye küfretmiyoruz, akıl vermiyoruz. Olayları objektif olarak görüp, yansıtmaya çalışıyoruz.

 

“DENİZ SUBAYI OLMADIĞIM İÇİN PİŞMANIM”

 

Deniz subayı olmadığınıza pişman mısınız?

Pişmanım.

Yerel medya; medyanın kılcal damarlarıdır. İstanbul ve Ankara’ya yetiştirdiği insan gücü keza öyle… Ancak son yıllarda bu kılcal damarlar tıkandı. Böylesi bir sürecin önümüzdeki 10 yıla yansıması nasıl olacak? Nasıl bir medya gerçeği bizi bekliyor?

Ortam böyle devam ederse bu süreç daha da ağırlaşacak. İzmir özelinde baktığımızda, burada İzmir iş dünyasının da sorumlulukları var.  İzmir iş dünyası bir Bursa olamadı. Elini taşın yanına bile koymadı.

Ülkenin bütün üretim ve insan kaynaklarını bir “kara delik” gibi çeken İstanbul’un basınına verdiği reklam desteğinin bir kısmını İzmir medyasına verseydiler, tıpkı Bursa’daki gibi güçlü bir yerel basın olurdu.  İzmir kendi medyasına sahip çıkmayı beceremedi.  Bursa İstanbul’a yakın olmasına rağmen İstanbul’un içinde olmadı. Bursa’nın yerel medyası çok çok ileride…

-70’li yıllarda böyle değilmiş. İzmir’de ciddi gazete üretimi de varmış. 1984 yılından sonra herkes makine yatırımı yapıyor. Ama tirajların aynı kaldığını görüyoruz…

İzmir’de, İstanbul medyasının ilaveleri çıktı. İstanbul medyasının İzmir’deki temsilcileri ve eklerinde çalışanlar hepimizin arkadaşlarıdır. Yerel medyanın yaşaması lazım demeliler. Bir İzmir haberini İstanbul’da ne ölçüde görebiliyorsun?

Günümüzde ‘Pul’ ölçüsünde dahi haber ulusala girebiliyorsa başarı olarak görülüyor.

Artık o kadarını bile ulusala taşıyamıyoruz. Sen ulusal olarak kendi sesini duyuramıyorsan, yalnız İzmir’de kalmak kaydıyla bu işi yürütürsen nasıl atılım yapacaksın? Bu mümkün değil.

Örneğin;  Yeni Asır’da çalıştığım yıllardı. Hürriyet’in o zamanki sahibi Erol Simavi… Sabah kargosu ile Yeni Asır Gazetesi,  Hürriyet’in yazı işleri toplantısına yetişmediği takdirde toplantıya başlanmaz idi. Gücü anlatmaya çalışıyorum. Hürriyet, Yeni Asır’ı görmeden toplantıya başlamıyordu. Bunu biz değil onlar anlatmıştır. Şimdi bu güç var mı? 1980 yılında Türkiye’nin ilk ekonomi gazetesi olan Ticaret Gazetesi’nin 9 bin 800 tirajı vardı. Şehrin yerel medyayı sahiplenmesi çok önemli.

Sizce gidişat ne yönde?

Nasıl “pozitif bir gelecek bekliyor” diyebilirim. 55 yıldır bu meslekteyim. Dile kolay. Ama nasıl direndiğimi, ben ve yakın dostlarım çok iyi biliyor. Nasıl pozitif bir gelecek bekliyor diyebilirim?

-Bugün olsa gene gazete kurar mıydınız?

Kurmam.

Peki, kursaydınız stratejiniz ne olurdu?

Sermayem olacak, teknolojiyi bugünkü koşullara göre hazırlayacağım. Bağımsız olacağım… Bu şartlar olursa kurarım. Ama iktidarların iki dudağı arasında olan bir gazetenin geleceğini düşünmek mümkün değil. Bugün Basın İlan Kurumu desteğini keserse yerel medya yaşayamaz. Bu böyle mi olmalı?

Gazetelere baktığımızda hepsi bir örnek… Başlıklar bile aynı… Kurumların basın birimlerinin geçtiği haberler noktası virgülüne aynı şekilde sayfada yer bulduğu bir ortamda siz niye gazete kuracaksınız? Özel haber yapamadığınız sürece gazetenin ne anlamı kalacak?

İletişim fakültelerimizi tekrar yapılandırmak gerekiyor. İletişim fakültesini bitiren çocuklarımız okuldan öğrendikleri ile geliyorlar. Günlük yaşam ile ilgili okulda bir şey öğrenmiyorlar. Gazetelerin büyük bölümünde onları yönlendirecek deneyimli kadrolar azaldı. Benim de kadrom genç ama bir hoca kadar onlarla birlikte olmaya çalışıyorum. Çünkü yetişsinler istiyorum.

-Siz yıllar itibariyle baktığımızda politikacılarla da yakın arkadaşlıkları ve dostlukları olan birisiniz. Ama politikaya hiç girmediniz. Neden?

Çok teklif geldi ama hiç düşünmedim.

Farklı zaman dilimlerinde sizinle çalışan insanlarla yaptığım sohbette “Çetin Bey, BM’e Genel Sekreter olacak adamdır” ifadesi ile karşılaştım. Bu yapıdaki biri neden politikaya girmedi?

Size çizilen profili pekiştiren Dinç Bilgin’in bir sözünü söyleyeyim, “Sen farkında değilsin, dünyayı yönetecek beceriye sahipsin”  dedi. Siyasetin güzel yanını hiç görmedim ki, gireyim.  Güven kavramı benim için önemlidir. Türkiye’de politika yapmak çok zor. Nitelikli bir politika yapmak lazım.  Yoksa çok teklif geldi, hala bu konuda aday ol diyenler oluyor. Ben de gülüyorum.

Gazetecilik mesleğindeki çirkinlikler bizim başladığımız dönemlerde yoktu. Ayrıca politikanın ağırlığı geçmişte çok farklı idi.  Bir partinin il başkanı hükümet gibiydi. Şimdi siyasi partilerimize bakın, ne iktidar ne de ana muhalefetin İzmir olarak kabinede yeri var. Merkez kararların da İzmir’in yeri yok.

İzmir nereye doğru gidiyor?

8 bin 500 yıllık tarihi ile Anadolu’nun kapısı olmuş uygar ve çağdaş bir kentten bahsediyoruz.  Ülkenin üçüncü büyük kenti… Devamlı atılımlar yapmak istiyor. Başarılı da oluyor.

İzmir atılım yapabiliyor mu?

Evet yapıyor. Bardağın hep boş tarafı önümüze çıkarılıyor.  Japonya’yı sel götürüyor, Londra’yı ve ABD’yi sel götürüyor. İzmir’e yağmur fazla yağınca “İzmir batıyor” deniliyor. Bu mantığı anlamak mümkün değil.  İzmir her türlü inanca ve etnik kökene açık bir şehir. Burası batılı bir şehirdir. Sanatın her dalına kapılarını açıyor.

Geçtiğimiz günlerde Ege Üniversitesi’nin ev sahipliğinde “Markalar Şehri İzmir Zirvesi” yapıldı. Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Büyükerşen,  “İzmir zaten markalar şehri, bu zirveye ne gerek var. İzmir var olan değerlerini korumayı bilmeli. İstanbul’a kaptırmamalı. Sezen Aksu İzmirli, şimdi nerede? ” demiş.

Siz de aynı fikirde misin?

Evet, aynı fikirdeyim. İzmir neden bir moda ve sanat şehri olmasın. İzmir önce bunu düşünecek. Anadolu şehirlerinde olan birliktelik İzmir’de yok. Büyük yatırımların hüsranla sonuçlanması hep bu yüzdendir. İki EXPO’yu da biz birlikte olamadığımız için kaybettik.

Birliktelik derken; örneğin…

KİPA, Ege Bank, Tütünbank, Tarişbank ve son olarak Güçbirliği’nin sahibi olduğu Basmane çukuru. O çukura 22 trilyon TL para gömüldü. İzmirlinin parası gömülü… Bu birliktelik uzun süredir gerçekleştirilemiyor. Masaya tek yumruk vurulmuyor.

O zaman İzmirli birlikte olmak istemiyor…

İşte bu soruyu sormak lazım. Sporda da aynı durum var. Süper Lig’de bir takımımız yok. Yüzme, tenis ve atletizmde Türkiye şampiyonlukları yaşadık. İzmir gelişiyor, büyüyor. Bugün İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin kredisi AA artı… Türkiye’de özel sektörde bile buna sahip olan kuruluş yok.

İzmir sağlıklı mı büyüyor?

Geçmiş yönetimlerin bütün günahlarını Aziz Kocaoğlu’dan çıkarmanın bir anlamı yok. Onun döneminin sağlıklı büyüyüp büyümediğine bakmak lazım. Ama ben umutluyum. Genç işadamlarımızın iyi eğitim görmesi, dünyayı takip etmesi, analiz etmesi bizim geleceğimizdir. Umudum gençlerimizdedir. Genç oldukları için değil, iyi yetiştikleri içindir.

İzmir sanayi ve turizm şehri demedeniz. Sanat ve moda dediniz. Bunlara mı odaklanılmalı?

Kongre merkezin yok, yeterli konaklama tesisin yok, müzelerin yok, eğlence yerlerin yok, şehrin önemli meydanları yok, sahil düzenlemeleri yapılmamış. Bu saydıklarımla nasıl turizm şehri olacaksınız? Sen olmayanı yap. Sanat ve moda şehri ol. Burada da üniversitelerin gücünü iyi kullan.

Üç İzmirli ölmüş. Cehennemde kazandan kaçmak istiyorlar. Yukarıda zebani var. Zebani, “Bunlar kaçamaz birbirlerini yer” diyor. İzmirli İzmirlinin düşmanı sanki… Böyle bir İzmirlilik olabilir mi? Bu koşullarda büyümesi bile başarıdır.

Eklemek istedikleriniz…

İyi yetişen gençlerimiz İzmir’in önünü açacaktır. Bunun yolu iyi eğitimden geçer.  İzmir’in şansı üçüncü kuşaktadır. Tabi büyükler müdahale etmemeli.  Dedeler ve babalar da gençlerin önünü açmalıdır.  Çocukların yürümesine izin verilmeli. Burada birinci kuşağa kendim de dahil mesaj veriyorum.

SPOT:

Bazen paylaşıyorum. Ama gazetecilik odaklı değil. Mesleğimi zevkle yapıyorum. Bu yaşıma rağmen çalışanlardan iki kat fazla çalıyorum. Çünkü işimi seviyorum. Gazetecilik çok kahırlı bir meslektir. Bu meslekte verdiğinizin dörtte birini alamazsınız.”

 

SG

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Öncelikle;