ENFLASYONA EZİLMEMEK İÇİN ‘İMZA’ HAREKETİ

 

SEDA GÖK- MAHMUT ARSLAN

-Kamuda sürekli işçi kadrosuna alınan ve KİT’lerde olup kadroya geçemeyen işçilerin öncelikli gündem maddesi;  2019 yılı ücret zamlarının yeniden enflasyon oranında düzenlenmesi…

Bu konuda son dönemde işyerlerinde imza kampanyaları yürütülüyor. Önümüzdeki günlerde bunların sonuçlarını daha net bir şekilde görmek mümkün olacak.

TİCARET Sohbetleri köşemin bu haftaki konuğu olan HAK-İŞ Başkanı Mahmut Arslan ile taşeron personelin kadroya geçiş süreci başta olmak üzere, asgari ücret artışının piyasalara yansıması, iş güvenliği ve barışı konusunda yaşanan gelişmeleri konuştuk.

Arslan, “Burada haksız bir talep yok.  Seçimi bahane ederek hükümeti, siyaseti sıkıştırmak gibi bir düşünce söz konusu değil. Hükümetin ivedilikle bu sorunu görüp, çözmesi gerekiyor. AK Parti’nin 16 yıllık iktidarında yaptığı gibi yine kamuda çalışanların haklarını enflasyon oranında artırarak bu sorunun da çözülmesi lazım. İnşallah bunu başaracağız. Artık güneş çarığı, çarık da ayağı sıkıyor” diyor.

-Kamuda taşeron sisteminden kadroya geçen de, geçmeyen de mutsuz… Ne oldu da bu noktaya gelindi?

Taşeron meselesinin birkaç boyutu var. Birincisi; Türk iş hayatındaki yeri, ikincisi; kamudaki yeri,  üçüncüsü; sendikal alanda karşılığı…

24 Ocak 1980 kararları, Türkiye’yi küresel sisteme adapte olması için alınmış kararlardır. Bu kararlar ile Türkiye, küresel sistemin içinde kendi geleceğini arayacaktı.  Bu tercihin doğal sonucu olarak küresel güçler yani Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü, Birleşmiş Milletler ‘in bir kısım kalkınma örgütleri ile bir kısım finans kuruluşlarının gelişmekte ve geri kalmış ülkeler için biçtiği bir rol vardı. Diyorlardı ki, “Siz küresel sisteme adapte olacaksınız, bütün hukuk sisteminizi ve mevzuatlarınızı buna göre düzenleyeceksiniz. Küreselleşmenin getirdiği ekonomik özgürlüklerden dünyadaki bütün şirketler yararlanacak. Malların, hizmetlerin sermayenin serbest dolaşımı sağlanacak ve bu şekilde küresel sistemin bir parçası olacaksınız. Tabi bunu yaparken duvarları kaldıracaksın, devleti küçülteceksin, kamu hizmetlerini özel sektör eliyle yaptıracaksın, kamuyu tasfiye edeceksin ve bütün bunları yaparken de uluslararası kurallara uyacaksın.” Örneğin;  bir ihale yapıyorsunuz şartlardan bir tanesi de uluslararası tahkimi kabul edip, ülkemizin çıkarları söz konusu olsa bile uluslararası tahkimi kabul edeceksiniz. Yuvacık Barajı’nda suyu olmayan barajın her gün şu kadar suyunun parasını devletin ödediği ihaleler gibi… Bu küresel sistemin bizim gibi ülkelerin önüne koydu seçenekler sınırlı.  Devlet küçülecek, KİT’ler özelleştirilecek ve devletin fonksiyonları azaltılacak. Bütün bunların hepsi özel sektör eliyle yürütülecek. Türkiye, 38 yıldır bu süreçleri yaşıyor. İşte taşeron meselesi;  bu süreçleri tersine döndüren ve meydan okuyan bir durumdur.

Ciddi olarak analiz edildiği zaman hem uluslararası sistem açısından hem dünya sendikal hareketinin geldiği nokta açısından hem ülkemiz gibi ülkelerin bu anlamdaki performanslarına baktığınız zaman; Türkiye o bildik tanıdık küresel sistemin edilgen bir parçası.  O sistemin dayattıklarını da mutlak gerçek gibi kabul ediyoruz. Bankacılık sistemi, serbest piyasa, pazar ekonomisi dediğimiz yeni dünya düzeni…

Buralarda da bize hep dayatılan;  kamuya işçi almayacaksınız.1990′lı yıllardan bu tarafa kamuya işçi alımı istisnadır. Kanuni yasak yok ama işçi alımı yapılmadı. Geçici işçilik sistemini de 2007′de tasfiye ettik. İşçi ihtiyacımız olduğunda, “Siz taşeron sistemi ile personel alımı yapacaksınız” dediler.

İş o kadar zıvanadan çıktı ki!… Bütün kamu kurumları, bakanlıkların hepsi taşeron sisteminin bir parçası oldu.

Dünyada da dayatılan küreselleşmenin de dayattığı şey bu. Kamuda işçi almayacaksınız, mümkün olduğu kadar kamu hizmetlerini özelleştireceksiniz, özelleştirmedikleriniz varsa taşeronlaştıracaksınız.

Türkiye’nin Dünyada yeri ve rolüne baktığınız zaman bu küresel sistemin bir parçası olmuş. Bu süreçte taşeronlaştırma yaygınlaşmıştır. Bizim yapabileceğimiz ise taşeron sistemindeki çalışanları örgütlemekti. Biz de 2007 yılından itibaren öyle yaptık.

2014 yılında toplu sözleşme sistemini getirdik. Bunu başardık ama esas talebimiz bütün bu sözleşmeyi örgütlenme ve toplu sözleşme hakları ilerletelim ama kamu hizmetlerinin özel sektör çalışanları eliyle değil kamu çalışanlarının eliyle yürütülmesi. Küresel sistem ise size bu çözümü sunmuyor.  Çünkü, “Özel sektörü teşvik edeceksiniz” diyor.

Bize uluslararası bir organizasyonda dediler ki, “Türkiye’nin kamu şirketlerinden zarar etmeyen yatırım yapan bir şirketiniz var mı?”  ‘Çok var’ dedik.  İnanmadılar. Ankara’da ASKİ, Konya’da KOSKİ,  İstanbul’da İSKİ’yi örnek gösterdik. ‘Türkiye’de zarar etmeyen kamu kurumu var mı, var’ deyip şaşırdılar. Maalesef böyle bir algı oluşmuş durumda. Bizim gibi ülkelerde kamu hiçbir işi başaramaz, hiçbir işte verimli çalışamaz, kaliteli hizmet veremez algısı… Bütün bu algılar siyasetçileri etkiliyor.

 

 

DSC_5526

-O zaman Türkiye’de kendi iç dinamikleri göz önünde bulundurarak bu sistemin analiz edilmesi gerekiyor. 

Bunu yapabilmek için de alternatifleri görmeniz gerekiyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve ekibi bu sisteme karşı bir meydan okumada bulundu ve dedi ki, “Sizin bu küresel sistemde bize dayattığınız şeyler doğru değil.” O zaman taşeron şirketlere kar verebilmek için bunlar yapılıyor. Bu da bizim gibi gelişmekte olan bir ülkelere haksızlık, adaletsizlik. Bunu kamuoyuna ve hükümetimize iyi anlattık. Taşeron sistemi kamuya avantaj olmaktan çıktı, tam tersi kamu üzerine yük oldu. Taşeron şirket ücretini ödemiyor devlet üstleniyor, kıdem tazminatını vermeden işten atıyor devlet üstleniyor gibi.

Peki, bütün sorumlulukları devlet yapıyorsa neden çalışan taşeron şirket üzerinde? Aslında basit bir düzenlemeyle bir milyona yakın arkadaşımız kamuda kadrolu işçi olma imkânı buldu. Ancak bu yeterince anlaşılamadı. Cumhurbaşkanımız ve birkaç kişi hariç bu durumu kamuoyunda tam olarak anlatamadılar. Birilerinde bir mahcubiyet var.

Mahcubiyet derken…

Acaba yanlış mı yaptık, acaba kadroya aldık ama çalışmazlar mı, sendikalarda güç birliği yapıp bizim işlerimize engel olurlar mı, aslında hedefimiz bu değildi nasıl bu noktaya geldik? gibi içeriden aslında bu düzenlemeye karşı çıkan çevreler var. Sivil toplum kuruluşu, işverenler, siyasetçiler var vs.

Birde bunun gerçekten yük olduğunu anlayan bir kamu otoritesi var. Cumhurbaşkanımız buna inandı ve bu konuda meydan okudu. Bu sistemde bundan sonra da kamuda taşeron işçi temin üzerinden ihaleler yapılamayacak.

Yani alttan alta bir negatif kampanya mı yürütülüyor?

Elbette çok ciddi eleştiriler ve kampanyalar yürütüldü. Bazı bakanlar ve siyasilerde kadro aldıktan sonra çalışanların performansının düştüğü algısı oluştu.  Birincisi taşeron şirketlerdeki işçilere kadro verilmesi düzenlemesi Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük reformlardan bir tanesidir. Çalışma hayatı ile ilgili ise en büyük reformu.  İkincisi; sistemi bundan sonra tümüyle değiştiriyoruz. Artık bundan sonra kamu ihtiyaçlarını taşeron şirketleri ile de doğrudan kendileri sınav açarak yapacaklar. Personel temini için ihale yapamayacak.

Kadrosu verilen taşeron personel asgari ücret karşısında eziliyor mu?

Konuya iki ayrı açıdan bakan kesim var. Birincisi “Bu işçilere kadro verdik, bunun bir bedeli olmalı” deniyor. Kadrolar verildiği zaman aynı anda da kamu toplu sözleşmelerine geçiş hemen sağlanırsa bu kamu maliyesini ciddi şekilde etkileyecek düşüncesiyle bir geçiş dönemi planlanmıştı.

Bu geçiş dönemi planlanırken geçiş dönemindeki ücretlerde daha önce taşeron şirketlerdeki işçiler adına yapılmış toplu sözleşmeye paralel bir ücret olsun noktasındaydı. 2016 yılında yapılan toplu sözleşme yüzde 17-18’de idi. Bir de ücret zamları olarak Yüksek Hakem Heyeti tarafından belirlenmiş yüzde 4+4 olarak belirlenmişti. Ama oradaki kriter şu idi: 2016 yılında gerçekleşen enflasyon yüzde 10 idi. Bu enflasyona yakın bir ücret zammı Yüksek Hakem Kurulu’ndan çıkartılmıştı. Yani 2017 yılında yüzde 4+4 zam verildiği zaman bu arkadaşlarımız geçiş döneminin de farkında oldukları için büyük bir etkilenme olmadı büyük bir olumsuzluk olmadı. 2018’de de zaten kadro süreci başladı ve kadro süreci devam ederken de kararnamede bir önceki sözleşmelerde hakları korunarak devam etsin dendiği için yüzde 4+4’e yine 2018′de ciddi bir itiraz olmadı.

Ama sorun 2018 yılındaki yüksek enflasyon. Dövizde yaşadığımız kriz, buna bağlı meydana gelen enflasyon ve bunun getirdiği ekonomik sıkıntılar… Çalışanların ücretlerindeki erozyon insanların 2019 yılı geçiş dönemi için belirlenmiş olsa bile yüzde 4+4 olarak belirlenmiş zamları yeniden gözden geçirilmesi gibi haklı bir talebimiz de beraberinde getirdi. Bu, mevcut sistemi reddetmek anlamında değil.  Mevcut sistemin enflasyona karşı korunması bu korunmanın sağlanması durumunda geçiş dönemi bir anlam ifade ediyor.

Asgari ücrette yüzde 26 artış oldu, memur ücretlerinde enflasyonun kaynaklı yüzde 10,7, memur emeklilerine yüzde 10, işçi emeklilerine yüzde 10.30 şeklinde. 1 Ocak’tan itibaren yapacağımız ama sözleşmelerinde de yine 2018′de enflasyonun altında kalmayacak şekilde toplu sözleşme sistemi yürüyecek.

Bütün bunlar olurken taşerondan kadroya geçtikleri için bir geçiş dönemine mecbur bırakılan insanların bu geçiş döneminde enflasyona karşı korunması gerekiyor. Bunun temel gerekçelerinden bir tanesi Adalet Kalkınma Partisi hükümetlerinin iktidara geldiği andan itibaren bu yılki enflasyon oranında işçilerin memurların emeklilerin ve benzeri kişilerin enflasyona karşı korunması politikalarıdır. Memur zamları kamu sözleşmeleri ikinci zamları enflasyona bağlıdır.  Enflasyonun altında bir çözüm şu ana kadar AK Parti döneminde sunulmamıştır.

O nedenle geçiş döneminde de yüzde 4+4 zamların enflasyona karşı erozyona uğraması nedeniyle bu kayıpların enflasyon oranında telafi edilmesi gerekiyor. Talep edilmesi de makul, mantıklı ve doğru bir durum.

İşverenin de, Hükümetin de bunu kabul ederek bu sorunu çözmesi aynı şekilde doğru bir adımdır. Bizim istediğimiz şey sistemi bozmak değil sistem içerisinde hakkaniyetli bir çözümü bulmak. Bunun nedeni de 2018′de yaşadığımız ekonomik kriz ve bunun bizim çalışanlarımızın aleyhine olan yüksek enflasyonun getirdiği zorluk. Bunu gidermek için, 2019 yılında yüzde 4+4 olan zamların enflasyon oranında yeniden gözden geçirip, uygulanmasını istiyoruz. 

İşçiler, günlük hayatına bakıyor. Ama güneş çarığı çarık da ayağı sıkıyor. Bu itirazları da çok normal. Çünkü gerçekten yaşadığımız ciddi ekonomik sıkıntı var. Olan en çok dar gelirliye oluyor.

Biz de bu geçiş dönemini en az hasarla ve mümkün olduğu kadar arkadaşlarımızı enflasyona ezdirmeden, onların haklarını artırarak geçirmek istiyoruz. Bu konuyla ilgili olarak Bakanlar ile görüşüyoruz, kampanyalar yürüterek, konuyu sürekli kamuoyunda tutarak hükümetimizin bu konudaki duyarlılığını harekete geçirmek istiyoruz. İnşallah bu süreçle ilgili bir adım atılmasında bekliyoruz.

Türkiye bir ekonomik kriz yaşıyor.  Bazı kuruluşların asgari ücret artışını bahane ederek personel tasarrufuna gittiğini duyuyoruz. Bu durum uzun vadede bizim iş barışımız ve iş güvenliğimiz için risk unsuru oluşturur mu? Bu konuda Türkiye kendisine nasıl bir yol haritası çizmeli?

Asgari ücretin bizdeki karşılığı ile literatürdeki karşılığında farklılık var. Asgari ücret bütün demokratik gelişmiş ülkelerde isminden de anlaşılacağı üzere minimum ücrettir. İkincisi semboliktir.  Asgari ücretle çağdaş demokrasilerde gelişmiş ülkelerde asgari ücretle çalışanların toplam çalışanlar içindeki oranı yüzde 1-5 arasında.

“BUNUN ADI;  ASGARİ ÜCRET OLMAMALI, GEÇİNME ÜCRETİ OLMALI”

Neden?

Çünkü bu semboliktir ve en düşük ücrettir. Örneğin; Fransa’da asgari ücretle çalışıyorsanız 1400 Euro alırsınız ama devlet size sosyal destek sağlar.  Asgari ücretin belirlenmesi uygulanması da buralarda çok kolaydır. Ama benim ülkemde öyle değil. Benim ülkemde belirlenen asgari ücret, geçim ücretidir. Bu sorunu çözemiyoruz.  Bu yüzden tartışmalar iki ayrı tarafta yürüyor.

TÜİK bir kamu kuruluşu ve asgari ücreti en az 2 bin 200 TL olarak açıkladı. Bizde asgari ücret, geçinme ücreti olarak belirtiliyor. Toplumun büyük bir kesimi burada çalışıyor. 13 milyon sigortalının yarıdan fazlası asgari ücretli ve bu rakam ile geçinmek zorunda. Özel sektördeki çalışanların %50’den fazlası asgari ücretle çalışıyor. O zaman bunun adı asgari ücret olmamalı, geçinme ücreti olmalı. Geçinme ücreti de 2020 TL olamaz. Bu mevzuat ile de çözümlenemez. Sistem, çalışanlarımızı memnun etmiyor.

Bu konuda yıllardır yol alamıyoruz…

İşverenlerin de bunu geçim ücreti olarak görmesi gerekiyor. Ona göre bir sistem kurmamız lazım. Bunun yolu da Asgari Ücret Tespit Komisyonu başta olmak üzere bütünüyle yapıyı değiştirmek, toplumsal geniş mutabakatla bir toplu sözleşme yapar gibi milyonlar adına toplu sözleşme yapar gibi müzakere yapmak ve bunu geniş kitlelerin desteği ile çıkarmaktan geçiyor. Bunu yapamadığın sürece her yıl bir tiyatro oynanır ve 31 Aralık itibariyle biz gelecek seneki tiyatroya yeniden hazırlanırız. Bunu; bu tiyatronun içinde yer alanları eleştirmek için söylemiyorum. Sistem böyle.

Bakınız; 2020 TL ile herkes mutlu! 2020 TL ile herkes sorunlarını çözdü mü? Gelinen nokta küçümsenecek bir nokta değil, yüzde 26’lık bir artış. Ancak döviz kuruyla karşılaştırdığımızda 385 dolar anlamına geliyor. Bir önceki yıl ki asgari ücretin döviz karşılığı 450 dolar.

Türkiye’nin yaşadığı bir ekonomik kriz var. Uluslararası güçlerin yarattığı kriz ortamları var.  Ama bu bir geçim ücreti değildir. Bu minimum ücrettir. Sorunun kaynağı sistem ve Türkiye’deki algıdan kaynaklanıyor.

Asgari ücret özel sektör için belirleniyor. Bütün bunlara rağmen bunu kullanırım bunu bahane ederek bir kısım hileleri başvuran insanlar var mı, elbette var. Ama ben bunları bir genel yaklaşım olarak görmüyorum.

Asgari ücret arttı bahanesiyle işçilerden kurtulmak isteyenlerin bu ülkeye karşı büyük bir sorumlulukları var. Çünkü bu ülkede kazanıyorsun, bu ülkede varlığınıza varlık katıyorsunuz. Bu ülkenin imkânlarını kullanıyorsunuz, zor zamanda bu ülke için elinizi değil gövdenizi taşın altına koyacaksınız.

Burada nasıl ki çalışanlar fedakârlık yapıyorsa, nasıl ki çalışanlar ülkemiz adına bazı taleplerinden vazgeçiyor, o zaman işverenlerimizin de bu samimiyet ile hareket etmesi gerekiyor. Devlet, “Yeter ki, üretim yapın” diye her türlü desteği veriyor. Bütün bunlardan yararlanıp, asgari ücret yükseldi diye personel çıkaranları affetmiyoruz. Devletin bunların üzerine bütün ağırlığı ile gitmesini istiyoruz.

Piyasadaki en büyük endişelerden birisi de yerel seçimlerden sonra işçi çıkarmalarının artması ve özellikle asgari ücretin altında çalıştırma eğilimi… Bu konuda ne gibi tedbirler alınabilir? Sizin öngörüleriniz nedir?

Karamsar değilim.  Hükümetin 2018 yılı performansı, 2019 ile ilgili gelişmeler, dövizin kontrol altına alınmış olması, enflasyondaki düşme eğrisinin devam etmesi, ihracattaki artış olumlu bakmamı sağlıyor. Döviz açığımız azalıyor.  Bütçe açığı azalıyor. Ancak tabi ki artçılar yarın hemen normale dönmeyecek.

Yüksek bir işsizliğin buna bağlı bir enflasyonun buna bağlı bir döviz krizinin olacağını düşünmüyorum. Geçtiğimiz hafta da ilgili bakanlarla görüştük. 2019′un, 2018′den daha olumlu olacağı yönünde genel bir beklenti var.  Ancak Türkiye’nin dışındaki gelişmeler, dış piyasalar, bölgemizdeki savaşlar, yaşanabilecek krizleri de kestiremiyoruz. Böyle giderse 2019′u toparlanma dönemi olarak görüyorum.

 

“İSTİHDAM ANCAK YATIRIM VE ÜRETİM İLE ARTAR”

Geçtiğimiz yıl hatırlayacaksınız istihdam seferberliği ilan edildi. Bunun rakamlara yansımaları da oldu. Sizce bu seferberliğin güncellenmesine ihtiyaç var mı?

O kampanyalar iyi niyetli, konjonktürel olarak da bir iyileşme sağlar ama geçici olarak. Uzun vadede sürdürülebilir bir politika önemli. İstihdam üretim ile olur.

Bu modelde yeniden Amerika’yı keşfetmeye gerek yok.  İstihdam sağlayacak en önemli şey yeni yatırımlardır. Yeni yatırım ve üretim ile istihdam sağlayabilirsiniz. 2023′e Türkiye’nin koyduğu işsizlik oranı hedefi %5. Türkiye’nin sürdürülebilir ve uzun vadeli hedefler koyması lazım.

Bu nedenle birincisi var olan istihdamın korunması gerekiyor. İkincisi yeni yatırımlarla istihdamın arttırılmasıdır. O zaman bir anlamı var. Yatırım yapanları teşvik etmek gerekiyor. Alıp bir yıl sonra çıkarmak ile olmaz. Yerli ve yabancı yatırımcılara desteğe devam edelim. Yapacak muhakkak bir iş vardır. Yeter ki işverenler iyi niyetli olsun. Yeter ki fabrikanın dumanı tütsün. Biz işçi olarak elimizi taşın altına koyarız. Bizim de ocağımız tütsün. Hiçbir işçi işletmesine sırtını dönmez. Ancak bu süreçte durumu fırsata çevirip personeli nasıl çıkabilirim hesabını yapanlara da hakkımızı helal etmiyoruz ve bu işçilerin ahı onları asla rahat ettirmez.

 

“YENİ BİR ASGARİ ÜCRET TESPİT MODELİ’NE İHTİYACIMIZ VAR”

Kamuoyunda hem asgari ücretin algılanması, hem asgari ücretin tespitinde, sonraki süreçlerde bir kafa karışıklığı yaşandı. Bu kafa karışıklığının olmaması için mutlaka Türkiye’nin asgari ücreti bir masaya yatırması lazım. Asgari Ücret Tespit Komisyonu’ndan belirleme yöntemlerine katılımcı sayısına kadar herkesi de içine alacak bir yeni asgari ücret tespit modeline ihtiyacımız var. Bunun için de yeni bir anlayışa ihtiyaç var.  Yeni bir zihniyet değişimine ihtiyaç var. Yoksa asgari ücret tespit komisyonunda kim olmuş olmuş bu olmuş inanın bunlar bizim için çok da önemli değil asgari ücret tespit edilirken HAKİŞ hiçbir zaman rakam belirlemez. O yüzden hem asgari ücret tespit komisyonuna katılanlar işçi tarafı siyaset tarafının bunu gerçekten oturup ciddi şekilde konuşmamız gerekiyor.