DOĞUDA YATIRIM VAR, İŞÇİ YOK

 

seda gök- rafi ay

SENDİKALARA KARŞI ÖN YARGIYI KIRMAK ATOMU PARÇALAMAKTAN DAHA ZOR

 

Son dönemde doğu illerinde tekstil sektörü uygulanan teşvik programlarının da etkisiyle yatırıma odaklanıyor. Bu kapsamda kümelenme modelini uygulayan tekstil sektörünün Tokat, Şanlıurfa, Batman, Ağrı, Malatya, Adıyaman ve Ordu’da yoğunlaştığını görüyoruz.  Ancak bu bölgelerde yetişmiş iş gücü konusunda büyük sıkıntı yaşanıyor.  Bu bölgelerde kalifiye eleman temini konusunda atılacak adımlar, göç başta olmak üzere birçok toplumsal soruna da çözüm olacak.

TİCARET Sohbetleri köşemin bu haftaki konuğu olan Öz İplik-İş Sendikası Genel Başkanı Rafi Ay ile tekstil sektöründeki gelişmeleri konuştuk. Ay, “Doğu illerimizde tekstil yatırımlarında kümelenmeler başladı. Ama buralarda yetişmiş iş gücü yok. Biz de bunun üzerine eğitim çalışmaları yapıyoruz. Üyelerimize eğitimler veriyoruz. Kayıt dışı istihdamın önüne geçmek için İŞKUR ile birlikte ortak çalışmalar yürütüyoruz. Örneğin Tokat bölgesinde 50 işsiz kişiyi aldık eğitip örgütlü olduğumuz işletmelerdeistihdam edilmelerini sağladık.  Bunu Doğu illerinde de gerçekleştirmeyi planlıyoruz. Tekstilde kümelenmeler ön planda olacak. Artık Marmara Bölgesi tekstilden uzaklaşıyor. Tekstil sektörü artık Doğuda kümelenme modeline gidiyor. Mesela Adıyaman’da da yatırımlar var ama işçi bulmakta sıkıntı yaşanıyor.  Personel teminini de gene İŞKUR üzerinden yapmaya çalışıyoruz.  Kalifiye olmayan personele bu noktada sendika olarak eğitimler veriyor ve istihdama dahil ediyoruz” diyor.

Uygulanan teşvik programlarına yönelik de değerlendirmelerde bulunan Ay, ‘ taşınma’ değil ‘yeni yatırım’ odaklı teşviklerin verilmesi çağrısında bulundu. Ay, devletin verdiği teşvikleri de sonuç odaklı kontrol etmesi gerektiğinin altını çizerek, “Devlet desteklemeli ama sonuçları da kontrol edilmeli, bu işin çıktısını da görmek lazım” diyor.  Türkiye’de sendikacılık konusundaki ön yargıları kırmakta zorlandıklarını anlatan Ay, “Yıl 2019 ama sendikalara karşı ön yargıyı kırmak atomu parçalamaktan daha zor” diyor.

Tekstil istihdamı özelinde baktığımızda nasıl bir tablo ile karşı karşıyayız?

Türkiye’nin en büyük gerçeği; işsizlik yüzde 14.7 olarak açıklandı. Reel işsizlik rakamları çok daha yüksek. Gerçekten işsiz olup iş arayan var.  Bir de “İş bulursam çalışırım” diyenler var. Bunları da eklediğimizde işsizlik rakamları çok daha yüksek seviyelere ulaşıyor.

Tekstil sektörünün emek yoğun olduğu ve birçok kişiye iş imkânı yarattığı herkesin dilinde. Bu doğru.  Siz Sanayi 4.0 kavramını ne kadar tekstil sektörüne monte ederseniz edin, gene de emek yoğun bir sektörden bahsediyoruz.  İnsanoğlu var olduğu sürece giyinme ihtiyacına bağlı olarak tekstil sektörü olmaya devam edecek.  Ama kendini geliştirerek yol alması lazım.

Tekstilin işsizliği örtmesi konusunda biz şunu söylüyoruz:  Bizi yönetenlerin aklına üretim kriz zamanlarında geliyor. Ama üretim süreklilik arz eden ve her daim gündemimizde olması gereken bir konudur. Sürdürülebilirlik esasıyla bakılarak yatırımlar yapılmalı ve teşvikler verilmeli.  Bizim sektörümüze verilen teşviklerin doğru yönlendirilmesi gerekiyor. Bakın benim hoşuma gitmeyen bir teşvik var, taşınma teşviki…

Taşınma teşviki derken…

Bir işverene “Buradaki fabrikayı avantajlı şu bölgeye taşı ben de sana teşvik vereyim” diyorsunuz.  Burada oturmuş bir altyapı, bir işçi portföyü, kalite var iken bunu yapıyorsunuz.  Burada taşınmadan ziyade yeni yatırımlara teşvik verilmesine odaklanılmalı. Tekstil sektörünün avantajı da şu; bütün Türkiye’ye yayılabiliyorsunuz. Kısa sürede fabrika kurabiliyorsunuz. Tarım kesimindeki istihdamı alıyor eğitiyor ve sanayi kesimine hazır hale getiriyor. Aslında tekstil sektörü ara bir sektör konumundadır.  Tekstil kolay yayılabildiği için istihdamı da arttırıcı bir avantaja sahip.  Burada teşviklerin doğru yönlendirilmesi gerekiyor.  İşsizliğe; kendi sektörümüz özelinde baktığımızda daralmanın az olduğunu söyleyebiliriz.  

Daralma ağırlıklı olarak hangi bölgelerde oldu?

Bu daralma daha çok fason iş yapan küçük işletmelerde yaşandı. Büyük işletmeler ise kendini daha fazla büyütme imkânı buldu.  Ekonomik kriz süreçlerinde ekonomisi sağlam, öz sermayesi güçlü olan firmalar ayakta kalabiliyor.  Tekstil sektörüne yapılan yatırım istihdama yapılan yatırımdır.  Burada teşviklerin içine markalaşma, sendikalaşma gibi başlıklar iç içe girmiş başlıklar…

 

rafi ay

Bölgesel teşvikleri doğru bulmuyor musunuz?

Bölgesel teşvikler olmalı. Ama sanayiciye ‘Çorlu’daki fabrikanı taşı’ demek doğru değil. Mevcut yapıyı da desteklemek gerekiyor. Çorlu’daki fabrikayı Batman’a kurun diyorsunuz. Bunun için yıllarca insan altyapı yatırımı yapıyorsunuz. Bunu demek yerine “Çorlu’daki fabrika üretime devam etsin ama Tokat’a da bir yatırım yap” denilmeli. Türkiye’de tekstil yatırımları yayılmalı. Çünkü bu yatırımlar istihdam ile birlikte göçü önler, bölgede kalifiye eleman altyapısının oluşmasını sağlar.  Tekstil sektörünü geliştirmek için markalaşmaya önem vermek gerekiyor. Türkiye’deki iş hayatı kolay olanı tercih ediyor.  Dünyaca ünlü markaların kocaman fasoncusu olmayı tercih ediyoruz.

Günü kurtarmak için ayakta kalma mücadelesi de bu tercihte etkili oluyor olabilir mi?

Bizim avantajlarımız var. Jeopolitik, kaliteli iş gücü, ulaşım, hızlı moda teslimi gibi… Marka bugün istiyor ve 25 günde Avrupa’daki rafında görmek istiyor. İşte bunu Türkiye sağlayabiliyor. Hızlı, kaliteli ve verimli üretim yapabiliyoruz. Bu avantajları daha fazla kullanmalıyız. Bu avantajları fason üretim için değil markalaşmak için de kullanmalıyız.  Bu bir döngüdür. Almanya, Fransa ve İtalya’nın yaşadıklarını hatırlayalım. Bu döngüye Türkiye’nin markalaşma ile de ayak uydurması gerekiyor. Sektörü besleyecek unsurlar; markalaşma, teşvik ve politik bakış açısıdır.  Tekstil sektörünün 1 milyon kayıtlı istihdamı var. Yan sanayi ile birlikte 3 milyonu buluyor.  Ayrıca imalat sanayinde kadının en fazla istihdam edildiği sektör konumunda. Bu dinamiklerinin göz ardı edilmemesi gerekiyor.  

Siz daha fazla destek diyorsunuz ama URGE başta olmak üzere tekstil sektörüne yönelik bazı destek mekanizmalarının kaldırılması gündemde. Bu ortamda sektör nasıl markalaşabilir?

İşverenlerin de bunu istemesi lazım. Fason üretmek para kazanmanın en kolay yolu. Markalaşmak emek, zaman ve bütçe gerektiriyor. İşverenin bu konuda sağlıklı bir bakış açısı yok. Fasonda dezavantaj;  sizden daha avantajlı bir yer bulduğu anda oraya gidebiliyor. Markanız ile ise devam edersiniz. Devlet markalaşmayı desteklemeli ama sonuçları da kontrol edilmeli, bu işin çıktısını da görmek lazım.

Son dönemde tekstil özelinde baktığımızda ön plana çıkan iller ve bölgeler hangileri?

Tokat, Şanlıurfa, Batman, Ağrı ve Ordu’da kümelenmeler başladı. Ama buralarda yetişmiş işgücü yok. Biz de bunun üzerine eğitim çalışmaları yapıyoruz. Üyelerimize eğitimler veriyoruz. Kayıt dışı istihdamın önüne geçmek için İŞKUR ile birlikte ortak çalışmalar yürütüyoruz. 50 işsiz kişiyi aldık eğitip kendi işletmelerimizde istihdam alanı yarattık. Tekstilde kümelenmeler ön planda olacak. Artık Marmara Bölgesi tekstilden uzaklaşıyor. Tekstil sektörü artık doğuda kümelenme modeline gidiyor. Mesela Adıyaman’da da yatırımlar var ama işçi bulmakta sıkıntı yaşanıyor.  Personel teminini de gene İŞKUR üzerinden yapmaya çalışıyoruz.  Kalifiye olmayan personeli burada alıp eğitiyoruz ve istihdama dahil ediyoruz.

Doğu bölgelerimizde Suriyeliler sektöre kayıt dışı istihdam özelinde büyük sıkıntı yaratıyor mu?

Onlar da işgücüne girdiler. Kayıtlı olanlarda sıkıntı yok. Kayıtsız çalışanlar sıkıntı yaratıyor.  Sendikalı, sendikasız çalışanlar için büyük risk. Çünkü daha ucuz bir iş gücü durumundalar.

Sektör açısından nasıl bir yıl yaşıyorsunuz?

Türkiye krizlerden her zaman kazanarak çıkmayı başardı. Ben umutluyum.  Ekonomideki sıkıntılı süreçten Türkiye’nin ve özellikle bizim sektörümüzün daha karlı çıkacağını düşünüyoruz.  Biz ağırlıklı olarak hazır giyim ayağında örgütlüyüz. Hazır giyim sektörü döviz kurundaki artış ile ihracatta avantajlı konuma geldi.  Bu durumu fırsata çevirenler de var. Alıcılardan ciddi fiyat indirimleri talepleri geliyor. Öyle ki;  “İleriye dönük fiyatlarda indirim yaptık” diyen müşteri emrivakileri ile karşılaşan işletmeler var. İç piyasaya çalışanların ise maliyetleri çok yükseldi. Onlar sıkıntılı bir süreç yaşıyor.  Piyasada daralma olacağını düşünmüyorum. Yeni yatırımlar da öngörüyoruz.

Bu dönemi fırsata çevirme politikası uygulanıyor. Yeni yatırımların bölgesel dağılımı nasıl?

Tokat, Batman, Şanlıurfa ve Malatya’ya yatırımlar dikkat çekiyor. Malatya, altıncı bölge oldu ve öyle olunca birçok yatırımın hayat bulduğunu görüyoruz. Tekstil sektörü rotayı doğuya çevirdi. Bir dönem daha bu rüzgâr böyle esecek. Ağrı sektörün yeni trendi. Tekstil sektörü güvenli liman bulduğu her ilimize gidecektir.

-Yatırım modelinde eğilim nasıl? Daha çok basic ürünler mi ön planda olacak? Daha uzmanlaşmış üretime mi odaklanıyoruz?

Doğuya giden yatırımlarda basic ürün üretimi odaklı. Teknik tekstil ise Marmara Bölgesi’nde odaklı. Bir de teknik tekstil üretimi yapan firmaların daha çok otomotiv ve havacılık sektörüne iş yapan firmalar olduğunu görüyoruz. O nedenle de Bursa, Kocaeli, İnegöl, Eskişehir gibi yerlerde yoğunlaştığını görüyoruz.  

Teknik tekstil konusundaki karnemiz nasıl?

Uğraşıyoruz. Teknik tekstil konusunun giydiğimiz elbiselerimize de yansımaları oldu. Teknik tekstil bakış açısı bizim tekstil sektöründeki gelişim hızımızı olumlu yönde etkiledi. Gelişiyoruz ama yavaş gelişiyoruz.

Üyeleriniz size son dönemde en çok hangi şikâyetler ile geliyor?

Birincisi vergilendirme sistemi… En büyük sorun vergi dilimleri… Vergi dilimlerindeki artış oranlarında doğru orantı sağlanmamış olması sıkıntı yaratıyor.  Asgari ücret vergi diliminin dışında olmalı.  Vergi dilimi sistemi sendikalı işletmeleri cezalandırıyor. Çünkü asgari ücret ile çalışıyorsanız vergi teşviki var. Ama toplu sözleşmeli bir yerde iseniz 5. ayda ikinci vergi dilimine geçiyorsunuz ve kazancınız vergiye gidiyor. Sendikalı işletmelerde bu konuda vergilerle ilgili bir avantaj sağlanmalıdır. Bir ödüllendirme yapılmalı. Bu konuyu defalarca ifade ettik. Artık makas daraldığı için insanlar daha fazla tepki vermeye başladılar.  Toplu iş sözleşmelerinin olduğu işletmeler cezalandırılmamalı. Bu bir problemdir. İkincisi; emeklilikte yaşa takılanlardan çok fazla şikâyet alıyoruz. Bu konuda adaletsiz bir durum var. Kıdem tazminatı problemimiz var.

Kıdem tazminatı konusundaki bakış açınız nedir?

Biz özel sektörüz ve kıdem tazminatına erişmek bizim için zaten problem idi. Özel sektörün dinamikleri çok farklı. 3600 emeklilik çıkışı şartı olmasaydı, özel sektörde kıdem tazminatına erişim yüzde 6’yı geçmezdi. O kadar kötü durumda idik. Kıdem tazminatı sistemi şu andaki mevcut sistemde özel sektörün ihtiyaçlarını karşılamıyor.  Birincisi kıdem tazminatında kesinlikle geriye gidiş olmamalı.  30 günlük kazançtan geriye gidişi kesinlikle kabul etmiyoruz.  İkincisi prim ödemesinde kesinlikle devlet garantisinin olmasını istiyoruz. Ayrıca fondan çıkış kolay olmalı. Fondan sadece emekli olunca çıkılmamalı. Çünkü Türkiye’de işsiz kalabiliyorsunuz. İşsiz kaldığınızda aldığımız işsizlik parası var ama o da çok cüzi rakamlarda. İşsizlik parası da revize edilmeli. İşsizlikle mücadele edilmeli ama işsizin de mücadelesine katkısı olmalı. Kıdem tazminatında fon yönetiminde kesinlikle işçilerin de söz hakkının olması gerekiyor. İnsanlar daha önceki yaşadığı fon örneklerinden dolayı korkuyor.  

BES ile sistemi birleştirmek doğru mu?

Aslında BES ile bunu desteklemek şunu gösteriyor,  30 gün kazancın yüzde 8,33’ünü vermeyeceğiz anlamına geliyor. BES ile bunu desteklemek biz bunu vermeyeceğiz demektir.

İnsanlar, BES sisteminde durmuyor ki…

Çünkü bu bir tasarruf modeli. İnsanlar geçinmekte zorlanırken neyin tasarrufunu yapacak?  Fonun yapısı burada çok önemli…

Bu süreç toplumsal tepkilere sebebiyet verir mi?

Hükümet bu konuda kararlı gibi görünüyor. Burada şartları konuşmak çok önemlidir. Kabul etmemek yerine oturup konuşacaksınız. Taşeron sürecinde biz bunu yaşadık.  “Bu bizim kırmızı-sarı çizgimizdir” demekten ziyade bir sorun var ve oturup bunu nasıl düzeltebiliriz bunu konuşmak lazım.

30 bin işçinin üyesi olduğu Öz İplik-İş’te başkanlık görevini 3 ay önce devraldınız. Siz aslında sendikanın kuruluş sürecinden itibaren aktif görev yapan bir isimsiniz. Sizin döneminizdeki öncelikli projeleriniz neler olacak?

Sahada aktif olarak çalışmış birisiyim. Doğru örgütlenme modellerini doğru uygulayarak bu büyümeye ulaştık. Örgütlenmede artık küresel markalar da işin içine girince artık sendikalarda da değişim süreci yaşandı.  Değişime ayak uydurabildiğimiz için hızlı büyüdük. Küreselleşme ile birlikte Avrupa’da bulunan küresel sendikalara üye olduk. 2007’den sonra küresel sendikalarla artan diyalog içinde bulunduk, karşılıklı sosyal diyalog çerçevesinde faaliyetlerimizde küresel sendikaların desteğini aldık. Sektörümüzde global markaların uyguladı küresel çerçeve sözleşmeleri var. Bu küresel çerçeve sözleşmeleri ile markalar, “Üretim yaptırdığımız firmalarda sendikal özgürlüğü tanıyorum, destekliyorum. Bunu uygulayan firmalar ile çalışacağım.” İşletmeye de “benim davranış kurallarım var. Buna uyarsan seninle çalışırım” diyor.  Biz sahada işçi ile örgütlendik ama işverenin sendikalara karşı negatif algısını da bir noktada küresel çerçeve sözleşmesi ve markalar ile çözdük.  Çünkü yasadan çok büyük markaların “Ben seninle çalışmam” söyleminden daha çok korkuyorlar.  Bu yöntemlerle 10 bin yeni üye dahil ettik. Bu model diğer sendikalara da örnek oldu.  Sahada bu konu üzerinde aktif olarak çalıştım. Şimdi ise karar verici konumundayım. Dolayısıyla bu modeli bu süreçte daha da geliştireceğiz. Bütün arkadaşlarımız sahada çalışıyor.  Aslında ekonomik kriz olmasaydı daha da hızlı büyürdük. Çünkü işveren kesiminin direnci daha da arttı. “Sendikalaşmayın demiyor ama ben burayı kapatmak zorunda kalırım” deniliyor.

Türkiye’de sendika konusunda işverenin tutumu , “Benim maliyetlerimi ikiye katlar, haksız rekabete uğrarım.” Aslında daha disiplinli çalışma ile daha verimli üretim sağlıyorsunuz. Biz iş barışı dahil birçok başlıkta eğitim de veriyoruz. İK’nın bir kısım işini de üzerinden alıyoruz. Sendikanın işletmeler üzerinde bir katma değeri de var. 30 bin üyeyi temsil ediyoruz ve örgütlü olduğumuz hiçbir işletme kapanmadı. Getirdiğimiz artıları doğru anlatıyoruz.  Ama yıl 2019 olmasına rağmen biz bu ön yargıyı kıramadık. Sendikalara karşı ön yargıyı kırmak atomu parçalamaktan daha zor.

-Eklemek istedikleriniz…

Sanayi devrimi tekstil sektörü ile başladı.  Sendikalara dünya entegre olmayı başardı. Türkiye’de bu mantığa endüstriyel ilişkiler olarak bakılmıyor. Bu bakış açısını Türkiye’ye yerleştirmek gerekiyor.