KRİZLERİ FIRSATA ÇEVİREN PEYNİR ÜSTADI

 

 

kosat gürler-seda gökOnlar yörük bir aile… Adana’da başlayan bu hikaye; Konya, Antalya ve İzmir’de şekilleniyor. Hayvancılığın her şeyini bilen Gürler Ailesi, bugün süt ve süt ürünleri alanında Türkiye’nin en büyük 5. fabrikasına emek veriyor. Öte yandan tesadüfen girdikleri perakende sektöründe Gürmar markası ile emin adımlarla ilerliyor.

Gürler Ailesi’nin beyin takımında yer alan Kosat Gürler ise kelimenin tam anlamıyla Peynir Üstadı…

Süt üretimi ve süt sektörüne yönelik önemli hedefler belirleyen Kosat Gürler, bu hedefleri sürekli defterine not ediyor. O deftere yazdığı projelere de doğru zamanlarda hayat veriyor.

Üretim ve sanayileşme odaklı bir yaklaşım sergileyen Kosat Gürler,  fabrikadaki üretim kapasitesini arttırmak başta olmak üzere hayvancılık konusunda yapacağı yatırımların heyecanını bizimle paylaşıyor.

Türkiye’deki birçok sanayici 2017 yılında mevcudu koruma odaklı bir yol çizerken, Kosat Gürler ve Gürler Ailesi “krizi doğru yöneterek, fırsata çeviriyor…

1990 ve 2000 yılında yaşanan ekonomik krizlerden büyüyerek çıktıklarını anlatan Kosat Gürler “Biz krizleri doğru yönettik. Biz ülkemize ve  bölgemizin insanlarına güveniyoruz. Karşılığını alamadığımız hiç bir yatırımımız olmadı. Hep karşılığını aldık.  Bir kez daha iyi ki bu işe başlamışız diyeceğimize inanıyorum” diyor.

Ege Bölgesi Sanayi Odası Meclis Üyesi ve Tire Organize Sanayi Bölgesi Yönetim Kurulu Başkanı da olan Gürsüt Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş. Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Kosat Gürler’in başarı öyküsü üzerinden süt ve peynir sektöründe yaşanan gelişmeleri, perakende alanındaki mevcut durum, yeni yatırım kararları ve Türkiye ekonomisindeki gelişmelere ışık tuttuk.

 

Sizi sizden dinleyebilir miyiz?

Aslen Konya Beyşehir Dumanlı Köyü’ndeniz. Torosların eteğinde ‘Yörük’ olarak yaşardık.

Dedelerimiz Adana’dan Konya’ya gelmişler. Bir kısmı Konya’ya yerleştikten sonra Adana’ya geri dönmüşler. Bir kısmımız hala Adana’da yaşıyor. Kış aylarında havalar çok soğuk ve şartlar zor olduğundan; Antalya, Aydın ve Isparta gibi daha güneyde olan bölgelere hayvanlarımızı götürüyorduk. Yaz aylarında da dağlar serin olduğu için hayvanlarımızı yaylalara doğru göç ettiriyorduk. Hayvancılık bittikten sonra ailemizin bir bölümü Isparta’da, bir bölümü de yaylada kaldı. Biz o yaylada kalan bölümde yer aldık. 5 kardeşiz.  Daha sonra Antalya Serik’e göç ettik.  Serik’te en büyük ağabeyimizin kendi mesleği olan soğuk demir işi vardı ve diğer abilerimde bu işi yapıyorlardı.

80’li yıllarda Antalya’daki hayvancılıktan gelen tecrübe ile çökelek dediğimiz kırma peynir işimiz vardı. Muzaffer abim bu işi yapıyordu. Muzaffer abimiz diğer akrabalarımızın peşinde giderek 1984-85 yıllarında İzmir’de süt sektöründe faaliyet göstermeye başlayan ilk abimiz oldu. Akabinde diğer abilerim de işin içine girdi ve bu böyle devam etti.  1990’da Turgut Özal döneminde Belek ve Serik turizm bölgesi olunca hayvancılık oralarda bitti. Hayvancılık bitince malum bizim pazarlayacağımız ürün de kalmadı. Biz de İzmir’e gelip bu bölgedeki süt sektöründeki işletmelerden çökelek alıp satmaya başladık.

Turizmin patlaması, hayvancılık krizine sebep oldu ve dolayısıyla bizim iş bitti. İş bitince İzmir’e geldik. İlk krizimiz o diyelim ve biz o krizle büyüdük.  Yani bizim sektöre başlayışımız 1990 yılındaki turizm patlaması ve oradaki hayvancılığın bitmesi oldu ama biz bunu fırsata çevirdik.

İzmir’e geldiğimizde süt sektörüyle daha içli dışlı bir yapımız oldu. 2002 yılına kadar Türkiye’nin sayılı toptancıları arasına girdik.  Çok büyük bir stokumuz vardı. Sıcak satış diye tabir edilen direk market, pazarcı ve şarküteri gibi ürün pazarlama ağımız da genişledi.  2000 yılına geldiğimizde ülkemizde yaşanan krizle beraber bizim sektördeki krizden kaynaklanan ve alacak tahsilatından başlayan sıkıntıdan market sektörüne girmiş olduk.

2000 yılında tesadüf mü yoksa zorunluluk mu diyelim, bir müşterinizin size devrettiği market ile perakende sektörüne giriyorsunuz. O hikâyeyi biraz daha ayrıntılı dinleyebilir miyiz?

Biz müşterilerimizle bir aile gibiyiz. O dönemde işleri bozulunca bir müşterimiz/abimiz bu işi yapmamız ve devam ettirmemiz için çok baskı yaptı. Kardeşler olarak oturduk, bu durumu görüştük ve bu sektöre girme kararı aldık.

İlk mağazamız Yeşilyurt’ta, 150-160 metrekare üzerine kurulu bir alana sahipti.  Bugün 28 mağazamız var ve ortalama her biri 300 metrekare.

Gürmar’da 850 kişi, Gürsüt’te 550 kişiye istihdam sağlıyoruz. Toplamda 1700’e yakın çalışanımız var. Tire Organize Sanayi Bölgesi’nde Gıdapower diye süt tuzu kulesi vardı burayı satın aldık. Progıda olarak devam ediyoruz. Peynir sektörüyle bağlantılı bir iş.  Peynir altından çıkan suların bertaraf edilmesi bizim işimizde çok büyük sıkıntı. Onu tozlaştırmadan arıtımı yapılmıyor. Biz de süt tozu gibi suyunu uçurarak içindeki kuru maddeyi toz yapıyoruz, çok değerli bir madde olan, bir çok gıda ürününde kullanılan peynir altı suyu tozu üretiyoruz.

Günde  kaç ton süt işliyorsunuz?  

Tire Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan fabrikamız, 55.000 metrekare toplam, 20.000 metrekare kapalı alana sahip. Günlük süt işleme kapasitemiz 1000 ton ancak kapasitemizi 1500 tona çıkabilecek alt yapımız mevcut.  Adım adım bu kapasiteye ulaşmayı planlıyoruz.

Tire’ye ne kadarlık bir yatırım gerçekleştirdiniz?

Mart 2017’de taşındığımız fabrikaya 100 milyon TL yatırım yaptık,  yıl içerisinde yapmış olduğumuz ek yatırımlarla toplam yatırımımız 150 milyon TL oldu.

4 ürün grubunda mı üretiminize devam ediyorsunuz?

Asıl işimiz peynircilik olmakla beraber süt, yoğurt, tereyağ ve peynir ürün gruplarında üretim yapıyoruz.  Market tarafında et işiyle alakalı ve Gürsüt’teki süt işletmemizde de kullanabileceğimiz bir besicilik yatırımı için 1000 dönüme yakın arazi aldık. Orada da inşallah hem büyük baş hayvancılık hem de süt üretimini gerçekleştireceğiz.

İzmir süt konusunda önemli bir üretim üssü durumunda…

İzmir, Türkiye’nin Hollanda’sı diyebiliriz. Sektörümüzle ile ilgili ve oradaki sektörü incelemek için Hollanda’ya gittik. Orada bizi şaşırtan ilk şey kooperatifçilik oldu. Kooperatif sütün yüzde 96’sını tek başına topluyor, sütün yüzde 80’ne yakını o kooperatifte işleniyor. Bize bir resim gösterdiler ve bakın dediler ortadaki Osmanlı.  O kooperatifin ilk kurucularından biri Türk’müş.

Orada kaba yem dediğimiz yemin fiyatı çok düşüktü.  Hollanda’da çok yağış olduğu için süt maliyeti çok düşük. Dolayısıyla yurt dışına gönderdikleri süt ürünleri ihracatı bizim sanayi ihracatına yakın. Bizim bölgemizin özelliği de bir senede 3 mahsul ekebiliyoruz, hayvana yönelik yem yulaf gibi ürünlerden bizim köylümüz daha çok kazanıyor.  Çünkü köylü hayvanın etinden sütünden her şeyinden yararlanıyor. Bu yüzden bizim bölgede süt verimliliği gelişmiş durumda.

İzmir hayvancılıkta ilklerin şehridir. Tüm Türkiye’ye damızlık düve buradan satılır.  İzmir, süt sektöründe Türkiye’de birinci sırada… Süt maliyetlerinin daha düşük olması, üreticilerin diğer bölge üreticilerine göre daha rahat olması İzmir’i bu duruma getiriyor. Burada tek eksiğimiz sanayiydi. Ürettiğimiz sütün yaklaşık olarak 3’te ikisini dışarı satıyorduk. Bursa, Adapazarı ve Eskişehir vs. gibi şehirlerdeki bütün büyük firmalar sütü buradan alıyor. Yani Ege Bölgesinin eksiği sanayiciydi.  Büyük şirketler İstanbul’a ne kadar yakın olursak o kadar iyi olur diye düşünüyorlardı ama ham maddeyi unutuyorlardı. Ham maddeye ne kadar yakınsanız maliyetiniz o kadar düşük oluyor. Şimdi büyük firmalar süt üretilen bölgelere fabrikalar kurarak maliyetlerini düşürmeye başladılar. Tire Organize Sanayiye de büyük firmalar yatırım yaptı ve yeni  yatırımcıların bölgemize ilgileri artmaya başladı.

Peki, bu eğilim böyle devam eder mi? Yatırımcıları bu bölgeye daha çok çeker mi, sizin duyumlarınız var mı?

Açıkçası duyumlarımız yok ama yeniliklere açıklığı ile her an her şey olabilir. Alt yapısı hazır bir sanayi bölgemiz var. Dışardan gelecek olan yatırımcılara da kapımız açık. Bölgemizde süt var, hammadde sıkıntımız yok, yatırımcıları bekliyoruz.

Tarım Bakanlığı’nda bir çalışma var.  Özellikle sütün kalitesine göre fiyatlandırmaya gidilmesi yönünde… Ege Bölgesi’nde ya da diğer bölgelerdeki üreticiden çıkan sütün kalitesi daha iyi ise fiyat olarak bir miktar daha fazla verilmesi konuşuluyor. Sizce böyle bir yapılanma sektör için uygun mu?

Katılıyorum. Hijyen ve kalite anlamında Türkiye’nin daha çok yol alması gerekiyor. Baktığımızda zaten çok yol kat ettik ama üreticimizi biraz daha bilinçlendirilip, anlatılması ve öğretilmesi gerekiyor.

Biz bu konuyu her zaman her yerde sektörün her kesimiyle konuşuyoruz.  Dünyada bu işin kuralı sütün ham maddesi, kuru maddesi, yağı gibi özelliklerine bakılarak fiyat yapılandırılmasıdır.  Maalesef bu bizde tam tersi arz talep düşüncesine göre yapılıyor.

Bakanlığımızın yaptığı bu çalışma hem bunu ortadan kaldıracak hem istikrarı sağlayacak. Burada iki tane olumlu gelişme olacak. Hem fiyat dengesi kurulacak hem de kaliteli ürünler daha fazla olacak. AB bizden ürün almak için gelip işletmeye onay numarası veriyor ve “Benim onay verdiğim şu çiftliklerden süt alırsan senden ürün alırım” diyor. Bu şekilde AB’nin onay verdiği işletmelerimiz var. Beni üzen şey şu; AB’de yaşayan insanda, bizim ülkemizde yaşayan vatandaşlarımız insan değil mi? Biz bu anlayışla çalışıyoruz. Bizi aile olarak başarılı kılan özelliklerimizden birisi de bu aslında, biz çocuklarımızla tüketmediğimiz ürünleri insanımıza tükettirmiyoruz.

“Artık Avrupalı Türk sütü içecek. Sütün üretim üssü Türkiye olacak…” diye çok sayıda haber başlığını okuduk. Hala yabancı sermayenin sektöre ilgisi fazla mı yoksa o bir rüzgâr mıydı?

Avrupalıyı bilmem ama Ortadoğu’ya şuan bizim üzerimizden uçaklarla peynirler gidiyor. Ortadoğu’ya Avrupa’dan giden ürünler olduğu için kendi adıma söyleyeyim çok üzülüyorum.

Peki, biz neden Ortadoğu’ya satamıyoruz?

Burada birçok sebep var. Maalesef bir diğer sorunumuz ‘Marka’ olamayışımız. O da sanayiciler olarak bizim suçumuz. Markalaşma kültürü en büyük sıkıntımız.

Hala sokak sütünü tartışıyoruz. Türkiye bu konuda yol aldı mı?  Denetimler  yeteri kadar yapılıyor mu?

Evet, hala sokak sütünü tartışıyoruz ancak, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığımız çiftliklerden satış noktalarına kadar geniş çaplı bir çalışma yaptı. Bu çalışmalar sonucunda 27.04.2017 tarihinde  Çiğ Sütün arzına dair tebliğ  yayınladı. Çiğ süt hangi çiftliklerden alınır, nasıl paketlenir, hangi şartlarda saklanır, satılır ve tüketilir  belirledi. Bu konudaki denetimleri de oldukça sıkı tutuyor.

Biz de bu tebliğe uygun olarak süt üreten hayvancılık işletmelerinden  çiğ sütleri alıp ambalajlayarak ‘’Gürsüt Çiğ Süt’’ olarak Gürmar’larda satmaya başladık.  Tüketicilerden çok olumlu geri dönüşler alıyoruz. Satış ağımızı, çiğ süt tebliğinin izin verdiği alanda genişleteceğiz. Bu tebliğe göre süt üreten işletme merkez kabul edilerek hazır ambalajlı çiğ süt, 500 km yarıçaplı bir alan içerisinde satılabilecek. Biz de yakın zamanda 500 km’lik alanda hizmet vereceğiz.

Sokak sütünü alan alıcı, yoğurt yapımında kullanıldığında yoğurdun daha güzel mayalandığını söylüyor. Böyle de bir durum var mı? Sizin çiğ sütünüzü alan tüketici, evinde daha sağlıklı yoğurt üretecek mi?

Son dönemlerde insanlar daha sağlıklı ve daha doğal beslenmek istiyor. Rafta uzun süre bozulmadan dayanan ürünlerin sağlıksız ve doğal olmadığını düşünüyor. Dolayısıyla, sütünü kendi kaynatmak, yoğurdunu kendi evinde yapmak istiyor.  Sütü evde kaynattığımızda kokusu, aroması, tadı güzel oluyor. Bunu hissetmek istiyor. Bizim çiğ sütümüzü alan tüketici, evde sütünü  kaynatıp,  kokusunu aromasını duyacak isterse sütü içecek, isterse evinde kendi yoğurdunu yapacak. Doğal ve sağlıklı beslenecek.

Sütü mayaya çaldıktan sonra dolaba koyduğunuzda kapağını açmasanız bile bir hafta sonra açtığınızda illa ki üzerinde hafif bir yeşillenme küflenme olur. Tadında mutlaka hafif bir ekşime olması lazım. Çünkü doğal ve canlı bir şeyden bahsediyoruz. Tüketicilerin büyük bir çoğunluğu da artık bunu görmek istiyor.

Aynı zamanda biz de Gürsüt olarak yoğurt üretiyoruz, hiçbir katkı maddesi koymuyoruz. Gürmar Mağazalarına,  sizin yoğurdunuz doğal, su bırakıyor, ekşiyor teşekkür ederiz diyenler var. Bunun yanında ekşidi, su bıraktı şikayetleri de alıyoruz.  Aynı sebepten hem  teşekkür alıyoruz, hem şikayet.

Peki, süt verimini artırmak için neler yapılabilir?

Süt verimi demeyeyim ama bizim kendi sektörümüzün en kötü tarafı şu; yaz aylarında süt verimi olabildiğince düşüyor, tüketimi de aynı oranda artıyor. Bundan dolayı ülkemizde et ve sütle ilgili bir sıkıntı var. Süt verimliliği ile alakalı çalışmalar yapılıyor ama son günlerde en çok tartıştığımız konu simental birkaç tane daha böyle et cinsi hayvanlar var, süt verimi az ama bir litre sütün içinde yağ maddesi daha yüksek hayvan ırkları var. Üreticimizi buraya doğru yönlendirip, devlet desteklerini bu hayvan ırklarına verirsek iki sorunu birden çözeceğiz. Bir; kalite verimliliği sorunu iki et sorunu.

Peki, perakendede nasıl bir yol belirlediniz? 2018’de rakamsal hedef belirlediniz mi? 28 mağazadan 35 mağaza sayısına ulaşmak gibi…

Rakamsal bir hedefimiz yok. İzmir’de her sokak yada caddeye bir Gürmar açacağız diye bir hedefimiz yok. Şarküteride çok iddialıyız. Taze meyve ve sebzede çok iddialıyız. Türkiye’de en iyi sebze meyve nerede yetişiyorsa gidip oradan getirtiyoruz. Rafın en üstündeki ürünümüz nasılsa en altındaki de aynı. Müşterimiz bizden aldığı hiçbir şeyi çöpe atmıyor. Bizim kemikleşmiş bir müşteri kitlemiz var.

Çalışanlarımızın eğitimine büyük önem veriyoruz. Personelimize Gürmar Akademi diye kendi bünyemizde bir birim kurduk. Orada sürekli eğitim var ve ben bununla gurur duyuyorum.

 

Sizinle sohbet etmeye gelmeden önce kamuoyuna yansıyan değerlendirmelerinize baktığımda  “Şöhret felaket getirir” demişsiniz? Neden bu kadar agresif bir cümle kurdunuz? Gerçekten şöhret felaket mi getirir?

Bizi biz yapan değerlerimiz var. Evimizde çocukluğumuzdan beri kaynayan bir süt vardı, aynı kaptan yemek yerdik, aile bağlarımız aile değerlerimiz var. Biz aile bağlarını birlikteliği beraberliği kaldıramayacağımız bir yükle devam edemeyiz. Birinci nesilde sorun olmaz ancak ikinci nesil de olabilir. O yüzden şu an ikinci nesli işe dahil etmiyoruz. İkinci nesil gidecek başka şirkette çalışacak ve hak ettiği yerden başlayacak. Yani aile şirketlerinde çok örnekleri var. Bunların devamlılığını sağlayabilmek üçüncü nesillere geçebilmek çok önemli.

Aile Anayasası oluşturdunuz mu?

Anayasamızı oluşturduk, yol haritamızı belirledik.  İnşallah uyarız. Toplam 5 kardeşin 16 tane çocuğu var. İçeriye gelin ve damatta girdiği zaman sayı çoğalıyor. Ben ailemde şunu gördüm, hiç bir zaman para kazanalım diye bir işe başlamadık, bir de marketçiliğe başladığımızda pazarlama yaptık ve bir yere gelince tıkandık. Benim hep toplantılarda yazdığım bir şey var. “üretim esastır”. Nitekim 2002 yılında 2 ton süt ile başladık, Ödemişte 200 ton ile   devam ettik, bugün Tire’deki fabrikamızda 1000 ton süt işleme kapasitemiz var.

Şimdi not defterinize ne yazıyorsunuz?

Üretim hedefimize daha ulaşamadık benim aklımdaki çok daha fazlası var.  Hedeflerim bitmez. Hollanda‘da şunu gördüm. Süt taşıyan tankerlere güneş enerjisi paneli giydirmişler. Sordum, sistem şöyle işliyor:

Bir tankeri düşünün. Yıllık şu kadar sütü toplarken oradaki enerji maliyetini panellerden karşılıyorlar. Yolda giderken aküde biriktiriyorlar. Hollanda’daki güneş ne kadar? Bir güneş enerjisi santrali de yapılmış. 500 kilowatt saat. Kendi kullandığı elektriği kendisi karşılıyor. Almanya’da Hollanda’da tarım arazilerine bu sistemleri kuruyorlar. Türkiye’de bu kadar güneş var. Biz elektriği neden kendimiz yapmıyoruz. Sıradaki  yatırım, güneş enerjisi ile ilgili yatırım olacak.

Gürmar markasını başka hangi sektörlerde göreceğiz? İnşaat sektöründe de olduğunuzu görüyorum. Hedefleriniz neler?

Birinci neslin en küçüğü ikinci neslin en büyüğü sayılırım.  İkinci nesille köprü görevi görüyorum. Değişik sektörlere yönelmeleri tavsiyesinde bulundum. Çünkü hepsi yöneticilik alanlarına yöneliyorlar. İnşaat sektörü krizlerde çok işlev görüyor ama ben ona esas işimiz  olarak bakmıyorum ama  ikinci nesile “Biriniz mimar olun, biriniz inşaat mühendisi olun, birleşin” dedim.  İnşaat sektörüne giriş hikâyesi buradan çıktı. Çok iddialı değiliz.

Anlattıklarınız çok güzel ama Türkiye çok zor bir dönemden geçiyor. Ankara’daki sohbetlerde insanların daha temkinli daha bekle-gör politikası izlediğini görüyorum. Sizde ise girişimcilik ruhunu bu dönemde aktif olarak görüyoruz. Doğru mudur?

Başta da söylediğim gibi, biz krizleri doğru yönettik. Biz ülkemize bölgemizin insanlarına güveniyoruz. Karşılığını alamadığımız hiç bir yatırım olmadı. Karşılığını gördük. Bu krizde de inşallah iyi ki başlamışız diyeceğimize inanıyorum.

Genç girişimciler bu dönemde nelere dikkat etsinler? Eklemek istediğiniz mesaj var mı?

Ege Bölgesi Sanayi Odası’ndaki abilerimizle konuştuğumuz şeyler var. İzmir ilklerin şehridir. Gaziantep, Kayseri ve Konya üretim-sanayileşmede İzmir’i geçtiler. Bunun ise en büyük sebebi, ikinci neslin rahat olması, çalışmak istememesi, hemen bir araba alıp yazlıkta vakit geçirmek istemesi.

Bu çocuklara ‘’onlar görsün’’ diye yaptıklarımız aslında büyük kötülük. Şu an, gerçekten para odaklı günü kurtarmaya yönelik bir nesil var ama daha fazla bir şey üreteyim diyen çok az bir kesim var. İzmir’de ‘’üreteyim’’ diyen kesim çok az var ve git-gide azalıyor. Tüketen bir kent olduk. Dışarıdan bir yatırımcı gelsin diye bekliyoruz. Bunun önüne geçmemiz, tedbirler almamız ve çok çalışıp üretmemiz gerekiyor.